3 Aralık, Bir Öğretmen, Bir Anne

Hoş geldiniz öğretmenim. Bu hastane odasına, bu özel günde, oğlumun gözlerindeki hayat olabilmek için ellerinizdeki çiçeklerle, ceplerinizdeki umutlarla geldiniz.  Hoş geldiniz. Nasılsınız? Ben iyiyim, çok.  “Ben öldükten sonra oğluma kim bakacak?” kaygısı dışında iyiyim. “Eğitim hayatı bitmeden ölürsem onu okulda istemeyenlerle nasıl savaşacak?” kaygısı dışında iyiyim. “Bir işe girebilecek mi? Üstüne dökülen yemek kalıntılarını nasıl temizleyecek?” kaygısı dışında iyiyim.

Kötü olma gibi bir lüksüm yok, duygularıma gem vurmak ve iyi olmak zorundayım.

3 Aralık Dünya Engelliler Günüymüş bugün. Oğlum çok ses çıkardığı için imza toplayıp bizi apartmandan göndermek isteyen komşumuz İnstagram hikâyesinde paylaşmış. Demiş ki, “Her birimiz engelli adayıyız, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü kutlu olsun.”  Onların sadece 24 saat görünen bu hikâyelerini biz bir ömür yaşıyoruz. İnstagram hikâyesi kadar ilgi çekici olmayan(!) hikâyeyi…

Her biriniz engelli adayısınız, ne gülünç! Sizi bu insanları anlamaya günün birinde engelli olma ihtimali mi itiyor? Başka türlüsü? Sizler için güç.

Bu anlayışsızlıkları “kutlamak” yerine oğlumun doğum gününü kutlasalar mesela? Ya da okuldaki ilk gününü? İyi niyet neresinde öğretmenim bu hallerin? Arıyorum, bulamıyorum. Neresinde?

Size de çok zor şeyler soruyoruz, affedin. Öğretmensiniz diye bilmediğiniz şeyleri yüreklilikle söylemede güçlük çekiyor olmalısınız. Hele ki biz ailelere karşı. Şöyle açık yüreklilikle bilmiyorum diyemiyorsunuz. Yo hayır, sizi asla suçlamıyorum. Sizi bugünlere getiren eğitim hayatınız, ne zaman ‘Bilmiyorum.’ deseniz suçladı. Suçlandığınızla kaldınız ya da yanlış cevaplar verdiniz, ‘Bunu nasıl yanlış yaparsın!’lar üzerine paragraflar dizildi.  Evet, bir yanlış vardı ve bunu çok net anladınız. Lakin yanlış neydi? Bu yanlışın doğrusuna nasıl ulaşabilirdiniz yahu! Bakın, doğrusu neydi demiyorum. Siz daha iyi bilirsiniz ama öğrenmeyi öğretmek olmamalı mı önemlisi? Bir türlü doğruları nasıl öğreneceğinizi öğrenememekle birlikte nasıl ulaşacağınızı sormaya da çekindiniz. Yanlış cevaplar hadi neyse, peki ‘Bilmiyorum’lar? Ona hiç cesaret edemediniz öğretmenim, biliyorum. Kargacık burgacık cevaplara sıkıştırdınız korkunuzu. Çünkü her ‘bilmiyorum’ sizin de insan olduğunuz gerçeğinden bir tık daha uzaklaştırırdı başkalarını. Her şeyi bildiğini iddia edenler biliyor mu sizin bu duygularınızı? Ah, asla. İnsan insanın duygularını bilmeli başta. Gerisi ötede dursun, öğrenilir bir şekilde. Ben bunu bilirim, hem de çok iyi bilirim!

Mesela ben, oğlum size ‘bilmiyorum’ diyebilseydi onu tebrik etmenizi ve tabiatın tüm sorularına cevap bulmuşçasına onu yüreklendirmenizi isterdim. Neden mi? Bilmemenin kıymetini o minicik bedene öğretmeniz için. Belki çocuğum sizin yüreklendirme çabalarınızı anlamayacak, tebrik sözcükleriniz onun için bir anlam ifade etmeyecek.  Hayatı farklı algılıyor nihayetinde. Hatta belki, ağzından ‘Bilmiyorum’un b’si çıksa ve ben mutluluktan ağlasam, ağladığımı bile görmeyecek. Çünkü o sırada bomboş tavanı, hayran hayran izlemekle meşgul olacak. Olsun öğretmenim. Kalktınız, bu hastane odasına, bu özel günde, 3 Aralık’ta geldiniz, bizi unutmadınız. En başından beri oğlumun, bizim algıladığımız dünyayı fark edebilmesi için kendinizi paralıyorsunuz… Başta oğlumun olmak üzere biz ailelerin de karşısına çıkan tüm” engelleri” umutlarınızın arkasına gömdünüz. “Engelli birey yok, engel yaratan toplum var.” dediniz, kalktınız, geldiniz…

Oğlumun bilmiyor, bilemiyor belki de hiçbir zaman bilmeyecek olduğunun ihtimalini bilerek geldiniz. Beni umutlandırmak için yormayın kendinizi. Ben zaten umutluyum. Bir çocuğu yetiştirirken umut çocuğun anne sütü gibidir. O olmazsa çocuğun ne karnı doyar, ne aklı, ne de yüreği. Bizim komşuların deyimiyle, ister ‘normal’ olsun, ister ‘anormal’! Umut şart öğretmenim.

İçinizdeki yaşama tutunma aşkına yürekten inanarak oğlumu ve oğlum gibi başka öğrencilerinizi kucaklıyorsunuz. 3 Aralık, sizin için tek bir gün değil, her gün. Hikâyelerimizi yalnızca 24 saatliğine değil her an dinliyorsunuz.

Siz bilmeseniz de olur öğretmenim. Siz bilmeyin ancak bilmediklerinizi ağız dolusu söyleyin. Herkes her şeyi bildi de oğlumu, bizi, yaşadıklarımızı, sizin gibi bilen olmadı.

Siz bilmeyin.

Bir cevap yazın