Demokrasi kavramı bilinen ilk yönetim şekillerinden ve zannediyorum ki en popüler olan yönetim şekillerinden birisidir. Bununla birlikte insan doğasına en uygun olduğu söylentisi süregelen, yönetene meşruiyet verdiği ileri sürülen ve yönetilen halkın kamu sağlığı ve özgürlüğünün korunduğu savları öne sürülen bir yönetim biçimi olduğu da kulaklarımızda aşina. Yine demokratik ülkelerde görülebilen insan hakları ihlalleri, özgürlük kısıtlamaları, kamu yararlarının gözetimsizliği gibi birçok problemler de demokrasi tanımlarının olduğu kadar kulağımızın aşina olduğu şeyler. Hal böyle olunca insan beynine alarm veren var olan bir tutarsızlık da bu cümleler ile birlikte gelmekte.
Demokrasinin kilit taşlarına bakınmakta yarar var. Bu bakımdan aklımıza ilk gelecek olan şüphesiz seçimler, halkın egemenliği ya da halkın kendini yönetmesi, temsiliyet gibi kelimeler karşımıza çıkmakta.
Şüphesiz demokrasinin ilk adımı, demokrasinin kapsadığı ülkede yaşayan vatandaşların yasanın çizdiği çerçevedeki sınırlar dahilinde oy kullanma hakkı ve sorumluluğunun kullanılmasıdır. Ne yazık ki bunu sadece bu yönüyle ele almak demokrasinin dar anlam ile ele alınması demek olur ve demokrasinin ve demokratik kurumların önüne güçlü bir bariyer çeker. Mutlak olarak bundan daha kötü olan durum ise demokrasinin var olduğu ülkede halkın büyük bir bölümünün demokrasiyi bu denli dar yorumlanması ile gerçekleşir.
Bu kapsamda ünlü Antik Yunan tarihçisi Polybius’un 3 iyi yönetim şekli dediği monarşi-aristokrasi-demokrasi üçlüsünü ele alalım. Monarşi’ye tek kralın yönetimi, Aristokrasi’ye soylu azınlığın yönetimi, Demokrasi’ye ise çoğunluğun yönetimi demekte bir sakınca olmasa gerek. Tabi bu sakıncasızlık durumu 16. ve 17. Yüzyıllarda verilmiş eserler ve bu eserlerdeki fikirler üzerine inşa edilmiş 18. Yüzyıl devrimlerini göz ardı etmemiz halinde sakıncasızlık olur. Yani günümüz şartlarında bu bir sakıncadır.
Demokrasinin Göz Ardı Edilen Olmazsa Olmazı: Hukuk
Demokrasinin sadece yönetenleri halkın seçtiği bir sistem olarak görmenin hata olduğundan bahsetmiştim. Demokrasi sadece bu olsaydı onu diğer yönetim şekillerinden ayıran ne kalırdı? Demokrasi sadece sandığa gidip oy kullanmaktan ibaret olsaydı ve demokratik kurumlar denilen kavram bütünü ihlal edilseydi sandıktan çıkan sonuçlardaki yöneticelerin seçilmiş kral, seçilmiş tiran ya da seçilmiş azınlık olmamasının önündeki engel ne olacaktı? Şüphesiz demokrasinin bu tür kötücül yönetim sistemlerine dönüşmemesi için onu geniş yorumlamak ve demokrasiyi bir bütün halinde ele almak gerekir. Bu da demokratik ahlak, demokratik kurumlar, insan hakları, vazgeçilmez ve alınamaz özgürlüklerimizle birlikte bunların koruyucu perdesi ve kalkanı olan hukuktur.
Yine bu başlık altında değinmemiz gereken dar yorumlama yanlışına tabi kavram kargaşaları hukukilik, kanunilik ve adalet kelimelerinden kaynaklanıyor. Halkın büyük bir bölümünün nezdinde ne yazık ki bu kavramlar, özellikle kanunilik ve hukukilik kavramları aynı ya da bir bütün olarak yorumlanıyor. Oysa bu kavramlar en fazla bir bütünün iki yarısı olabilecek neticede benzerdirler.
Kanunilik kelimesini en kısa ve kolaya kaçacak bir şekilde “yapılan hareketin var olan yasaya uygunluğu” olarak tanımlayabiliriz. Peki var olan yasa adalete, hakkaniyete, hukuka ya da bunların yerine her ne kullanırsanız o tanıma uygun mudur? İşte burada hukukilik kavramı karşımıza çıkmakta. Tam bu noktada düşünmeniz açısından bir soru daha yöneltmek yerinde olacaktır. Çoğunluğun verdiği bir kararla yasalaşan, yani kanuni olan; fakat çeşitli nedenlerden ötürü hukuki olmayan yani adalete ve hukukun özüne uygun olmayan bir yasaya itaat etmemek, meşru görmemek ya da onu eleştirmenin sonuçları ne olacaktır?
Hukukun Bekçisi: Yargısal Denetimler
Hukuk fakültelerinde ve siyaset bilimi gibi diğer sosyal bilimler alanlarında neredeyse ilk senenin önemli bir kısmını teşkil edecek şekilde hukuk derslerinin ilk bölümünde anlatılan bir “Normlar Hiyerarşisi” kavramıyla karşılaşmaktayız. Bu hiyerarşik piramit herhangi bir kuralın, üstünde olan diğer norma uygun olmasını gerektirir. Gözler’e[1] göre bu normlar birbirlerinden farklı kademelerde yer alırlar, aralarında altlık-üstlük ilişkisi söz konusudur. Söz konusu normlar ise geçerliliklerinin dayanağını bir üstündeki var olan normdan alırlar. Bu doğrultuda normlar hiyerarşisinin tepesinde anayasalar yer alır. Örneklemek gerekirse yapılan bir kanunu mutlak surette anayasaya uygun olmaktadır. Peki çoğunluğun yaptığı ya da yapılmasına karar verdiği bir anayasa hangi norma dayanacaktır. Burada hukukun soyutluğu kavramıyla karşılaşırız ve hukukilik boşluğuna bir paradoks gibi yeniden dönmek zorunda kalırız.
Yargısal denetimler (Anayasa Yargısı) sayesinde kanunların anayasaya uygunluğu bizatihi sağlanabilir ve etkin bir şekilde gözetilebilir. Fakat söz konusu bu yargı da anayasanın çizdiği sınırlar dahilinde kendisine bir hareket alanı bulabilir.
Tüm bu teknik kavramlarda derinlemesine dalış yapılmadan şu söylenebilir ki çoğunluk ya da çoğunluk vesilesiyle yargı denetimi dahil tüm erkler ele geçirilebilir. Bu olduğu vakit çoğunluk tiranlaşır, azınlık ile hakları erir ve demokrasinin içindeki oksimoron fark edilir. Bunun bizi götüreceği yer zannımca bir tiranlık çeşiti olarak nitelendirilebilecek çoğunluk diktatörlüğüdür. Bu yapının monark tiranlardan en temel farkı ise demokrasi kisvesi altında meşrulaştırma hareketleridir. Tek bir Tirana karşı gelmek nispeten kolay olsa bile çoğunluğun tiranlığına karşı gelmek zor ve sancılı bir süreç olarak karşımıza çıkabilir.
Çoğunluğun Diktatörlüğünün Engellenmesi
Çoğunluğun diktatörlüğünün önüne çekilecek bariyerin yapı taşında muhakkak demokratik kurumlar ve hukuk devleti anlayışı bulunmalıdır. Bunun için atılabilecek birçok adım olmakla birlikte şahsi kanaatimce en büyük adım, toplumda oturmuş olan demokratik ahlak ve demokratik bilinçtir. Sivil toplumun gelişmesi, dernekleşme faaliyetlerinin yaygınlaşması ve devamlılığı, yönetici-yönetilen arasındaki ya da temsil eden-temsil edilen arasındaki mesafenin azalması gibi adım ve eylemler bu doğrultuda bulunulabilecek katkılardandır.
Hukuki olmayan kanunlar bizi distopyalara götürür, hukuki olmayan kararlar bizi yozlaştırır, hukuki olmayan faaliyetler bizi geriletir. Kısacası hukuki olmayan faaliyetler ülkeler ve toplumların baş düşmanıdır.
[1] Kemal Gözler