
Öz
Bu yazıyı kaleme almamdaki en temel sebep, günümüz devlet düzeninin yapılanmalarına karşı neler yapabiliriz düşüncesiyle yanıp tutuşmamdır. Bu noktada ne isyan söylemleri ne de sosyal medya paylaşımları, içerisinde bulunduğumuz haksız duruma ve elimizden alınmaya çalışılan insan haklarımıza karşı ne kadar bilinçli olduğumuzu yeterince iyi aktarabildi. Geleceği ve devlet başta olmak üzere tüm sistemleri şekillendirecek bizlerin, sistem eleştirisi yaparken bunu sağlam temellere oturtabilmesi gerekmektedir. Bu yüzden size, naçizane okumalarımdan yaptığım analizlerle, felsefede “devlet” düzeninin adalet, bilgelik, hakikat gibi bazı temel olgu ve kavramlar çerçevesinde nasıl ele alındığını, bu konuda yazılmış en temel kitap ile açıklamaya çalışmak istiyorum. Çünkü nasıl bir düzende yaşamayı hak ettiğimizi görmeye ihtiyacımız var…
Platon’un “Devlet’i” Üzerine Bir Mülahaza
Platon’un Devlet kitabını yazmadan önce felsefeyi yazıya dökmekteki en büyük amacı, yaşadığı dönemin Atina’sında felsefenin retorik iktidarını keşfetmesi ve bu sayede Atina’nın geleneksel kültüründe, toplumunda, politikasında bir değişim yaratabilme arzusudur. Platon’a göre özellikle Atina’daki toplumsal ve politik yaşamın içinde bulunduğu yobazlık durumundan dönüştürülmesi gerekmekteydi. Bu dönüşümün başlaması da ancak yazı ve dilsel ikna ile gerçekleşebilirdi. Çünkü yazdıkları sayesinde felsefe, yalnızca “seçkinler” sınıfında kalmayacak, tüm yurttaşlara ulaşıp bir eğitim aracı hâline gelecekti.
Platon’un spesifik olarak Devlet kitabını yazmaktaki amacı ise şöyle açıklanabilir: Toplum, insanların birbirlerine duydukları ihtiyaçtan dolayı oluşmuştur ve her insan yapabileceği belli işlere göre ayrılıp görev paylaşımı yaparak toplu yaşamın oluşumunda katkı sağlar. Platon bu düşünce düzleminde, Sokrates ile diyaloglarında, “adalet” kavramını sorgulayarak kendi ideal devletine dair unsurları açıklamaya çalışır. Yani Devlet’in amacı bireyi ve toplumu uyumlu hâle getirecek olan “adalet” kavrayışıyla temellendirilen güzel bir şehir oluşturmaktır. Platon’a göre en iyi devlet, zorunlu olarak bireyi en iyi ve en üstün seviyeye getirmeye çalışan devlettir. Platon’un da kitapta ifade ettiği gibi “güzel şey zor olur” (Devlet, 435c, s.135). Öyleyse toplumun bütününe mutluluk sağlayacak olan devlet de en mükemmel devlet olmak zorundadır, hâliyle bu devleti kurmak da zor olacaktır. Platon, tüm hayatı boyunca “en güzel devlet/en mükemmel devlet”i gerçekleştirmek için çalışmış fakat gerçeklik düzeyinde başaramayacağını anlayınca dil ve retorik düzeyinde bir abide kitapla kendi devletini inşa etmiştir (Aydın Işık, 2018).
Platon için devlet ve ruh aynı şeylerdir çünkü ona göre, devletin de bir ruhu mevcuttur. Bu yüzden devleti anlamak bireyi, bireyi anlamak da devleti anlamak mahiyetinde önemlidir. Devleti de insan gibi yaşayan bir organizma olarak yekvücut hâlinde görür. Devlet ile insanın ahengi ve mükemmelliği ise hakikat düzeni ve adalet sisteminde vuku bulur. Platon’un tasarladığı devrimci ruhlu bu ütopik eserinin, gerçekten devlete mutluluğu ve adaleti getirip getiremeyeceği, en mükemmel devlet şekli olup olmadığı yüzyıllardır siyaset felsefesinin tartışmalarındandır.
Platon’un inşa ettiği bu devlette başlıca değerler: Bilgelik, hakikat, ölçü ve adalettir. Devlette yönetenler yaşlılar, yönetilenler ise gençler olmalıdır. Bu yöneticiler yaşamları boyunca toplum için iyi şeyler yapmış, bilge, ahlak sahibi üst sınıf insanlardan olmalıdır. Platon’un açıkça belirttiği bu yöneticiler ise elbette filozoflardır. Burada bahsi geçen “yaşlılar egemenliği” görüşü, günümüzde bile tartışmaya açık bir görüştür. Özellikle siyaset felsefesinde, filozofların yöneticiler arasında olması konusunda fikir sahipleri bulunurken, bu yöneticilerin yalnızca yaşlılar heyetinden ibaret olması devletin de felsefenin de gelişiminde tutucu bir duruş sergilemektedir. Çünkü bir devletin yaşlılar egemenliğinde oluşu, gençleri siyasal düzende pasif hâle getirişi, o toplumu gelişime ve değişime ayak uydurmaktan alıkoyacaktır. Bu da bir bakıma hiyerarşik bir düzendir.
Platon’a göre adalet kavrayışı ise devleti bir arada tutan, devlet ve bireyi bir bütün hâline getiren şeydir. Aynı zamanda, yukarıda bahsedildiği gibi, toplumda herkesin kendi işini yapmasıyla, ortak ve eşit görev paylaşımıyla sağlanacaktır. Onun ifadesiyle adalet: “Herkesin ve her şeyin en uygun oldukları işlevleri yerine getirmesidir. Diğer vatandaşların tümü onlara doğal olarak uyan, bir adama bir işin doğal olarak uyacağı şekilde yetiştirilmelidir” (Aydın Işık, 2018). Böylelikle her birey kendine uygun olan işi yerine getirir ve devlette doğal olarak bireyle birlikte zorunlu olarak gelişecektir. Fakat belirtilen adil sistemde ve toplum düzeninde çeşitli görüşler, farklı tip ve karakterler yoktur. Adaletin işleyişi bakımından görev dağılımında, dile ve hatta sanata kadar, her şey devletin denetimi altındadır. Kısacası Platon’a göre toplum için adalet ilkeye bağlılık; devlet için adalet ise iş bölümü ilkesine bağlılıktır. Her bireyin kendi malının sahibi olması, tek bir konuda uzmanlaşarak kendi işini görebiliyor olması ve devletin yönetiminde bunu gerçekleştirmesidir.
Platon’un adalet sistemindeki temel sorun da burada ortaya çıkar. İnsanları tek bir model, tek bir tip olarak ele aldığımızda herkesin kendi işini en iyi şekilde yapması belki mümkün olabilirdi. Fakat insan sürekli gelişen, değişen ve aynı anda birden fazla yeteneğe sahip olabilen kendine özgü (daha komplike) bir varlıktır. Bu yönden bakıldığında Platon’un bireyin neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğine dair kesin hatlar çizmiş olması, bir insanın yedisinden yetmişine aynı işin üreticisi hâline gelmesi demektir. Devlet’te tek bir düzlemde çizilmiş adalet kavrayışı, yaşadığımız mevcut dünya düzeninin değişen ve gelişen durumunu destekler nitelikte değildir. Bu sebeple de devletin en büyük problemi olan adalet sorununu çözmek bakımından yetersiz kalmıştır.
Platon’un görüşleri her ne kadar adalet sorununun çözülmesi bakımında başarısız olmuş gibi gözükse de Sokrates diyaloglarında adalet, bilgelik ve mutluluk arasında kurduğu bağ, felsefe tarihi açısından çok büyük bir önem taşır. Sokrates diyaloglarında mutluluk en basit anlamıyla ele alınır. Topluma bakıldığında yaşamını en mutsuz olarak sürdüren insanların, adaletle davranmayan insanlar olduğu görülecektir. Burada amaç adil olmayan bir yaşamın mutsuz bir yaşam olduğunu vurgulamaktan ziyade, adalet erdemine tabi bir yaşamın mutlu bir yaşam olduğunu ve adil olan insanın en mutlu insan olduğunu göstermeye çalışmaktır. Adaletin mutlulukla eşleştirileceği örnek olay, kendisini zihnin üstün hazlarına adayan filozofun yaşamıdır. Filozof, ideal açıdan adaletli olandır çünkü adaletin ne olduğunu en iyi filozof bilebilir. Platon’un Sokrates diyaloglarında belirttiği üzere, adalet bilgisi, kendisiyle beraber, adaletli/adil bir biçimde eylemde bulunma doğrultusunda ahlaki buyruğu da getirir. Adaletsizliğin ve kötülüğün kaynağında bilgisizlik yatar, çaresi de hâliyle bilgidir. Tüm bu bulgulara göre, bilgece yaşanmış bir hayat, adaletten de şaşmayan bir hayattır.
Sonuç olarak adalet, kişinin kendisini tam olarak gerçekleştirmesini ve doğası gereği yerine getirmesi gereken şeylere olanak sağladığı için Devlet’in en yüksek hedefidir. İnsan, doğası gereği adaleti arama dürtüsüne sahiptir. Bu yüzden de aklının ve doğasının izin verdiği yere kadar adaleti aramakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, bireylere akıllarının öncülük etmesini ve toplumların rasyonel düşünme kapasitesine eksiksiz olarak sahip olanlar tarafından yönetilmesini gerektirir. Dolayısıyla, hakiki adaletin formunu tam olarak bilen ve anlayanlar yani bilge insanlar (filozoflar), ideal devlette siyasal liderliğe yükseltilmelidir. Sadece bu düzenleme, Devlet’in doğru temeli olarak hizmet edebilir (Mücella Can, 2020).
Devlet kitabında Platon’un üzerinde durduğu bir diğer sorun ise hakikat/doğruluk problemidir. Platon Devlet’te bu duruma şöyle bir girizgâh yapar, “Özü, sözü bir olmak. Bile bile yalan söylemekten kaçınmak, yalandan tiksinip doğruyu sevmek.” (Devlet, 485c, s.194). Burada özü sözü bir olarak yine filozoflardan bahseder, yurttaşlarına da tıpkı filozoflar gibi doğruyu/hakikati sevmelerini öğütler. Çünkü Platon’a göre insan, en üstün ve en gerçek yanı olan özünün bir yalanın kölesi hâline gelmesini istemez. “Hiç kimse gerçek üzerinde aldanmayı, yanılmayı ya da bilgisiz kalmayı, içinde bu yalanı saklamayı istemez. Bundan kötü bir şey olmaz insan için.” (Devlet, 382b, s.72).
Hakikati sevmek ise aynı zamanda bilimi sevmektir. “Bilimi gerçekten seven, var gücüyle hakikatin peşine düşer; yararlı olsa bile yalanın değil.” (Russel, s.224). Çünkü hakikati sevmeyen insan aldanmış insandır ve aldanmışlığı yalnızca bilgisizliğinden gelir. Platon, Devlet kitabında her ne kadar yalanın ne tanrılar ne de insanlar için istenilen bir şey olmayacağını belirtse de, insan dilinde ve eylemlerinde başvurulan olgusal bir durum olduğu gerçeğini de göz önünde bulundurur. Platon, ne yazık ki yalanın, devlet içerisinde toplumsal açıdan birleştirici bir güce sahip olduğunu kabul eder. Fakat yalanı hakikat düzeyine çıkartmayı asla kabul etmez.
Kaynakça
Platon, (2015). Devlet. (Çev. Furkan Akderin). İstanbul: Say Yayınları.
Russell, Batı Felsefe Tarihi I, Çev. Muammer Sencer, Say Yayınları, İstanbul, 1994, s. 224.
“PLATON’UN DEVLET’İNDE/POLITEIA’SINDA YALANIN ONTOLOJİK YAPISI” Aydın IŞIK. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Y.2018, C.23, S.1, s.1-16.
“Platon’un Düşüncesinde Etik-Politik Bir Sorun Olarak Adalet “ Mücella CAN. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 24 (1) , 145-160.(2020)
“Platon’un “Devlet” Eserinin Eğitsel Açıdan Değerlendirilmesi” Ahmet EROL, Mustafa EROL. Eğitim ve Yeni Yaklaşımlar Dergisi, 2018, 1(1), 12-27