Uzun bir aradan sonra tekrar yazmak… Hem de çok sevdiğim Edebî Sohbetler serisine bir şeyler eklemek… Ne büyük mutluluk benim için bir bilseniz! Aslında bu yazıyı ortaya çıkarmak uzun zamandır aklımdaydı ama bu seriye dâhil edip etmeyeceğim konusunda biraz kararsızdım. Bunun nedeni ise şu: Artık sizlere sevdiğim çocuk kitaplarını da tanıtmak istiyorum ama bu kitaplar için yeni bir seriye mi geçsek yoksa burada devam mı etsek, diye kendimce büyük bir ikilemde kaldım. Sonuç ise -gördüğünüz gibi- bu serimizde devam etmek şeklinde… Neden? Çünkü çocuk kitaplarını edebiyattan ayrı tutmak fikrini hiç sevemedim. Ne yani, çocuk kitaplarından bahsediyoruz diye bu sohbetlerimiz Edebî Sohbetler arasında sayılamayacak mı? Uzun lafın kısası, çok güzel bir çocuk kitabıyla biraz edebiyat yapmak, kısaca sizlere bu kitabı tanıtmak için karşındayım sevgili okur! Peki, bu haftaki kitabımız ne? Cevabı vereyim: Kumkurdu!
Kumkurdu, İsveçli yazar Åsa Lind tarafından ilk kez 2002 yılında okurlarıyla buluşan ve çok sevilen bir çocuk kitabı. Bir süre öncesine kadar, açıkçası ben bu kitaptan haberdar bile değildim. Kader işte, karşıma çıkardı. Kitabı keşfedince de kitapla ilgili hem yetişkinlerin hem de çocukların yorumlarını okudum ve bu iki ayrı kesimin de kitabı çok beğendiğini, hatta öve öve bitiremediğini gördüm. E, bakalım neymiş bu Kumkurdu, değil mi?

Kumkurdu, içinde ciddi bir felsefe barındırmasına rağmen dili gerçekten çok anlaşılır olan bir kitap. Sanırım, benim kitabı sevmemi sağlayan en önemli faktör buydu. Basit ama derin… Bu iki zıt kavram, kitabın içerisinde o kadar güzel harmanlanmış ki bir okur olarak –ister yetişkin ister çocuk olun- kitaptan çok büyük bir keyif alıyorsunuz. Kitabı keyifli kılan bir diğer faktör ise kahramanlarımız Zackarina ve Kumkurdu. Genel olarak kitapta dört kahraman yer alıyor: Zackarina (5-6 yaşlarında), Zackarina’nın anne ve babası, Kumkurdu. Ama Zackarina’nın annesi ile babası, kapalı kahramanlar ve kitapta çok seyrek bir şekilde karşımıza çıkıyorlar. Bu nedenle, kitabın Zackarina ve Kumkurdu –açık kahramanlar olarak nitelendirebiliriz bu sevimli dostlarımızı- etrafında şekillendiğini söyleyebiliriz. Zackarina ile Kumkurdu’nun tanışması da oldukça şaşırtıcı aslında: Deniz kenarında, bir sahilde bulunan bir evde ailesiyle yaşayan Zackarina, bir gün babasına sahile gitmeyi ve oynamayı teklif eder ama babası kocaman gazetesini hışırtıyla çevirerek çok meşgul olduğunu söyler. Bu duruma sinirlenen Zackarina, babası gelmezse tek başına gideceğini söyler ve babasını kendisiyle gelmeye ikna eder. Ancak babası, sahilde de kocaman gazetesini okumaya devam edip Zackarina ona ne derse desin hiç umursamaz. Bu duruma çok sinirlenen Zackarina ise babasının içine düşmesi için çok derin ve tehlikeli bir çukur kazmaya karar verir. Kazar, kazar, kazar ve… O da ne?? Zackarina, kumların içinde kızılımsı tüyler görür. Biraz daha kazmaya devam eder. Kazar, kazar, kazar… Kazdıkça bu tüylü şeyin bir canlı olduğunu anlamaya başlar. Bir müddet sonra, bu tüylü canlı kumu eşeleyerek gün yüzüne çıkar: Bu da ne böyle? Bir köpek mi yoksa tilki mi? Zackarina, hayvana bakar durur ama ne olduğunu anlayamaz. İşte o sırada hayvan kendisini tanıtır: Ben Kumkurdu’yum!

Bu sürpriz tanışmayla birlikte Zackarina ve Kumkurdu en iyi arkadaşlar olurlar ve hayatı birlikte anlamlandırmaya çalışırlar. Bu arada şunu da ekleyeyim, Kumkurdu tamamen Zackarina’nın günlük hayatı içerisinde evreni ve yetişkinleri sorguladığı günleri anlatan bir kitap. O, kafasındaki soruları –çok meraklı bir çocuk olduğu için- her ne kadar ebeveynlerine sorsa da onlardan asla istediği cevapları alamayan bir çocuktur. Bunun nedeni ise ailesinin önceliği her zaman işlerine vermesi… Ama Kumkurdu ile tanışan Zackarina, artık tüm sorularına cevap verebilecek birisiyle tanışmıştır. Kumkurdu biraz mistik, biraz gerçek –kitabın sonuna kadar gerçek mi hayal mi belli olmayan- ama kesinlikle bilge bir hayvan! Şeeyy… Bir de biraz kendini beğenmiş. Fakat hiç kuşkusuz ki o gerçekten dost canlısı! Sanıyorum, kitabı ilginç yapan etkenlerden biri de Kumkurdu’nun bu gizemli havası. Zackarina ve Kumkurdu, her şey hakkında konuşurlar: Yetişkinlerin anlam veremedikleri tavırları, Zackarina’nın bu dünyada nasıl var olduğu, evrenin ne olduğu… Ohoo, bir sürü şey işte.
Ben kitapta özellikle Kumkurdu’nun Zackarina’ya evreni anlattığı kısmı çok beğendim. Burada, yazının başında dediğim iki kavram var: Basitlik ve felsefe. Kitapta yer alan bu felsefî söylemleri okuduğunuzda o kadar iyi anlıyorsunuz ki ne anlatılmak istendiğini! Ama bu kadar iyi anlarken aslında arkada sizin düşünmenizi gerektirecek felsefî derinliği de veriyor yazar:
“‘Gerçekte hiçbir şey son bulmaz,’ dedi Kumkurdu.
‘Hiç de bile!’ dedi Zackarina. ‘Elbette bulur.’
Şekerlemeyi yuttu, ağzını kocaman açarak Kumkurdu’na gösterdi. Boş.
‘Şeker,’ dedi. ‘Her zaman biter.’
‘Ama yok olmaz,’ dedi Kumkurdu. ‘Yalnızca midene iner ve orada başka bir şey olur.’
‘Iyy!’ diye yüzünü buruşturdu Zackarina.
‘Ya, işte böyle,’ dedi Kumkurdu. ‘Evrendeki her şey böyledir. Hiçbir şey yok olmaz, sadece başka bir şeye dönüşür, tekrar tekrar.’
‘Evren her şeydir,’ dedi Kumkurdu. ‘Var olan her şey! Burada ve şimdi, o zaman ve orada. Aydınlık ve karanlık, galaksiler ve yıldızlar, gezegenler, kuyrukluyıldızlar, trampetler ve kartallar ve ayılar ve… bir pantolon cebinde duran tozlu, kırmızı şekerlemeler.
‘Benim biraz önce yuttuğum da mı?’ dedi Zackarina. ‘O da mı evrenin bir parçasıydı?’
‘Elbette! Dedi Kumkurdu. ‘O da evrenin bir parçasıydı. Sen de Zackarina, sen de evrenin bir parçasısın.’
‘Ben mi? Gerçekten mi?’ dedi Zackarina.” (s. 64-65)
Kitapta evren üzerine olduğu kadar yetişkinlerin davranışları üzerine akıl yürütmelere de yer veriliyor. Bu açıdan söylenebilir ki kitap, gerçekten çocuğun dilini yakalama konusunda başarılı. Çünkü eminim ki her çocuk, yetişkinlere kendi gözlerinden bakabilen kahramanlara daha ılımlı yaklaşıyor, onlarla daha kolay bağ kurabiliyor. İşte bu durum da karşımıza şu kavramı çıkarıyor: Çocuk gerçekliği. Kitap, çocuk edebiyatının iki önemli ölçütü olan çocuk gerçekliğini ve çocuğa göreliği (Eğer bir çocuk kitabındaki dil ve üslup çocuğa hitap edebiliyorsa bu ölçütten bahsedebiliriz, diyerek açıklayalım kısaca.) yakalamayı başarıyor.

Kitabı okuduğumda benim de aklımda bir sürü soru oluştu: Evren nedir? Büyükler neden böyle? Neden çocukken sürekli uslu durmamız isteniyor?… Ah, keşke bir Kumkurdu olsa hepimizin yanında. Keşke bir Kumkurdu, bize aklımızdaki tüm soruların cevabını verebilse, bize bu dünyayı biraz anlatabilse…
“‘Hayır,’ dedi Zackarina. ‘Ama annemle babam çok tepindiğimi düşünüyor. En çok da yemek yerken.’
‘Hah! Çok Tepiniyormuş!’ diye burnundan soludu Kumkurdu. ‘Onlar için demesi kolay. Tabii büyüdüler ya. Çabucak unuttular.’
‘Neyi unuttular?’ dedi Zackarina.
‘Büyürken vücudun patlayan mısır taneleri gibi kıpır kıpır olduğunu! Bunu sen ve ben biliriz, bütün küçük kurbağalar da bilir ama onlar bilmez,’ dedi Kumkurdu. ‘Şu büyükler daha fazla büyümüyorlar ya, nasıl olduğunu unuttular.’” (s. 50)
Sahi ya! Daha fazla büyüyemiyoruz diye çocuk olmayı unuttuk mu ne?