“Hiçbir Zaman Yeni Olmayan Hiç De Eskimeyen”: Inside Llewyn Davis- Sen Şarkılarını Söyle

Selamlar😊, beyaz perdede kendilerini ispatlamış, kara mizah ve ironi ustaları, kısa bir süre önce yollarını ayırdıklarını açıklayan -en son Daft Punk’a bu kadar üzülmüştüm- Coen Kardeşler’in Inside Llewyn Davis filmini sizlerle konuşmaya geldim.

Film benim Coen Kardeşler sıralamamda alt sıralarda yer alsa da 2013 Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü kimseye kaptırmamış. Türkçeye Sen Şarkılarını Söyle olarak çevrilen Inside Llewyn Davis, gerçekten de Llewyn Davis’in “içindekileri”, “içinden gelen şarkıları” denilebilir.

Film, 60’lı yıllarda Amerika’da yaşamış olan Dave Van Ronk’un hayat hikayesinden esinlenerek beyaz perdeye aktarılmıştır ve yetenekli olup bir türlü hak ettiği değeri ve başarıyı yakalamayan bir müzisyenin bir haftalık hayatını konu edinmektedir. Coen Kardeşler film gösterime girdiğinde, Dave Van Ronk’un hayatından esinlendiklerini ama karakterlerin hayali, mekanların gerçek olduğunu açıkladılar. Yine burada tipik bir Coen Biraderler tarzı görmek mümkün. Bir olaydan ve durumdan esinlenirler ama onu bambaşka bir hikayeye ve serüvene dönüştürürler. (:

Yanlış zamanda yanlış şeyleri yapan, dönemin ruhuna hiç de uygun olmayan folk müzikle uğraşan, talihsizliklere uğrayıp yetenekli olmasına rağmen bir türlü başarıya ulaşamayan Llewyn Davis’a kariyerinin belki de dönüm noktası olan Oscar Isaac hayat veriyor. Isaac’ın müzisyen olması filmde bir müzisyeni canlandırmasından dolayı büyük bir avantaj. Zaten film boyunca bütün şarkıları bizzat Isaac söylüyor.

Filmin görüntü yönetmenliğinde pek çok başarılı filme imza atmış Bruno Delbonnel imzası var ve yine titizliğini konuşturmuş diyebilirim. 60’ların Amerika’sı içi geniş otomobillerle, yollarıyla, o dönemki New York atmosferiyle, tren vagonlarıyla, kulüp ve barların içleriyle son derece başarılı yansıtılmış.

Filmde en az Davis kadar büyük role sahip olan bir diğer karakterimiz ise Gorfierlar’ın kedisi Ulysses.

Filmde kedinin kullanımı çok başarılı ve yerinde. Davis’in kediyle bir türlü kuramadığı ilişkisi aslında hayatla kuramadığı ilişkidir. Kediler içgüdüsel olarak kaybolsalar bile evlerine dönmeyi başarırlar. Davis de yönünü kaybetmiştir ve evinin yolunu aramaktadır. Ulysses, Homeros’un Odysseia Destanı’nın Latincesi. Destanda da Odysseia’nın savaş sonrası evine döndüğü yolculuk anlatılmaktadır.

Davis ve kedinin karakteri birbirine benzer. Kedi gibi o da kayıp, hep bir yolculuk halinde. Gördüğü posterde kedinin eve dönüşünü görüp kendine bir yol çizmek istemesi de bundan kaynaklı.  Davis, problemli ve antipatik bir karakter. Hıncını orta yaşlı kadınlardan çıkaran biri. Kendi müzik tarzından geçmeyen, kendine dürüst, alkol aldığında içindeki saygısız insan ortaya çıkıyor.

Filmin başından sonuna kadar karakterin başarıya ulaşıp ulaşmadığına dair bilgi verilmemiş olması hayatta her şey para ve başarı değildir, aynı zamanda kendimize özgü prensiplerimiz ve tarzımız da vardır mesajı veriyor. Tam da burada filmin adının neden Sen şarkılarını Söyle olarak dilimize çevrildiğini anlıyoruz. “Sen şarkılarını söyle.” Nasıl içinden geliyorsa öyle söyle. Hayata karşı, tüm düşmelere ve kaybedişlere karşı, sahip olamadıklarına, hayal kırıklıklarına rağmen sen şarkılarını söyle. Ayakta kalmanın, mücadele etmenin, görünüşte pasif ama direnişte en aktif ve en güzel yolu bu bana göre.

Filmin geçtiği mevsimin kış olarak seçilmesi yerinde bir tercih. Zira izlerken bu kasvetli ve hüzünlü atmosferi kaldırsa kaldırsa kış mevsimi kaldırırdı dedim. Zaten karakterin ruh hali de gri ve siyahın son derece hakim olduğu kış mevsimiyle bir hayli uyumlu. Tek renkli olan sahneler yolculuk sırasında restorandaki kırmızı sandalyeler ve tuvaletlerin kapılarının kırmızı olması. İzlerken acaba Kübrick’in The Shining’ine bir gönderme mi vardı diye düşünmeden edemedim doğrusu.  Davis’in palto alamayacak kadar parasız olması, karda yürürken botu olmadığından ayaklarının ıslanması onun bu kadar zorluk çekmesine rağmen kendi müzik çizgisinden ve duruşundan vazgeçmediğinin önemli bir göstergesi.

Davis karakterinin ruh halini yansıtan bir diğer detay da filmin sonunda ve başında çalan folk müzik. Müzik de “Asın beni, ah asın beni.” diye geçen söz bunu desteklemekte.

Sona yaklaştığımızda Davis’in de olduğu bir mekanda, sahnede Bob Dylan’ı görüyoruz. Armonikası ve gitarıyla şarkı söylüyor. Bob Dylan demek folk müzikte bir devrim demek. Artık folk müzik hak ettiği değeri bulacaktır. Son sahnede Davis “au revoir” der ve perde kararır. Fransızca’da güle güle, sonra görüşürüz anlamlarına gelen bu kelime Dylan’ın ve folk müziğin yükselişinin habercisidir. Biz ise Llewyn Davis için aynı yükseliş ve dirilişin olup olmadığını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Hayata rağmen ve hayata karşı söylediğimiz şarkılarla kalın, Kübra.

1 Yorum

  1. Bazen film izlerken bir sembol veya bir gönderme yakaladığımdan emin olduğum sahnenin bile ardında hiç göremediğim anlamlar olduğunu okuyorum. Hatta aynı sahneyi izlediğiniz bir başka kişinin aynı sahnedeki yorumunun hiç aklınıza gelmeyen bir şey olduğunu görmek çok keyifli değil mi? Sinemayı sanat yapan en güzel özellik de bu olmalı. Emeğinize sağlık!

Bir cevap yazın