İçindeki şeytan mı, içindeki korkak mı?

Benim için bu görseli hazırlayan kıymetli dostum Seyran Doğan’a teşekkürü bir borç bilirim.

Diyarlardan birinde gölgesinden bile korkan bir adam yaşarmış. Öyle korkak ve yüreksiz bir zatmış ki bu, korkularını gizlemek için sırtına bir aslan postu geçirip onun arkasına saklanırmış. Korkularından kaçtığını sandığı yegâne sığınağıymış bu postun berisi. Böylece etrafına korku saldığını ve gövde gösterisi yaptığını zannederken asıl korkuların içinde yuvalandığını unutmuş. Adam sevmekten – sevilmekten, güvenmekten – güvenilen olmaktan ve inanmaktan – inanılmaktan hayli korkarmış. Göğsünün altında saklı o kalbi korku ile usul usul atarmış. Eğer aslan postunun arkasına gizlenirse bu korkularını yok sayabileceğini sanırmış bu zat. Hatta öyle ki yıllar yılı sığındığı bu post ona derinlere gömdüğü korkularını unutturuvermiş.

Günlerden bir gün yolu bir ceylanla kesişmiş adamın. Aslan postunun saldığı o dehşetengiz duruşa kapılmayan ceylan bu postun ardındaki gerçeği bulmak istemiş. Aslan görünümlü adama korkmadan yanaşmış. Tabiat olarak bir ceylanın aslandan korkmasını beklerken ceylanın korkudan zerre eser taşımayan merak dolu bakışlarını üzerinde bulunca adam afallamış bittabi. Kendisi türlü korkuların pençesinde kıvranırken ceylanın bu cesur tavrı onu şaşkınlığa sevk etmiş. Fakat ne olursa olsun ona postun ardındaki gerçeği göstermemeye kararlıymış. Ceylanda ise sarsılmaz bir dirayet ve sükûnet mevcutmuş. Adamın ona duyduğu ünsiyet(1) gitgide artmaya başlamış. Lakin kendini derhal durdurmuş. O bir av, ben ise bir avcı görünümündeyim.

Ceylanı ürküterek kendinden uzaklaştırmak için muhtelif yollara başvurmuş. Fakat ne yaptıysa da ceylanın simasında en ufak bir korku veya tedirginlik kırıntısına rastlayamamış. Bu gözlere daha da yakından bakmak ve cesaretinin menşeini(2) bulmak istemiş içten içe. Böyle bir mahlûkatta nasıl olur da bu denli cesaret mevcut olabilir aklı dimağı bunu bir türlü almıyormuş. Üstelik ceylan onun aksine olduğu gibi de görünüyormuş. Herhangi bir kalkan veya perdenin arkasına saklanmamış. İşte tam karşısında öylece duruyor ve koskocaman gözlerini ondan ayırmadan pür dikkat ona bakıyordu. Bir ceylan nasıl olup ta bir aslanın gözlerinin en derinine böyle fütursuzca bakmaya cüret ederdi. Tam da o anda karşısındaki bu mahlûk kadar yürekli olmadığını esefle fark etmiş adam. Acaba ona sırrını açmalı mıydı? Bu neyi değiştirirdi? Ceylanla kurabileceği herhangi bir münasebet onu korkularından nihayet kurtarabilir miydi? Tüm bunları zihin süzgecinden geçirirken birdenbire hepsini dağıttı.

“Hayır, saçmalıyor olmalıyım. Bir ceylandan nasıl cesur olunacağını öğrenmeye mi talip olacağım yani; korkularımın esiri olduğum hakikatini ifşa ederek kendimi rezil rüsva mı edeceğim bu aciz mahlûk karşısında?”

Bu sözleri aklından geçirmekle kalmamış dile de dökmüştü farkına varmadan. Tüm bu sözlerini işiten ceylan derhal konuşmaya koyuldu:

“Bir ceylan olmam aciz olmam demek değildir. Asıl aciziyet senin gibi korkularını yok sayarak ve tüm hayatını bir aslan postunun ardına korkakça saklanarak sürdürmektir. Ben hilkatten(3) çelimsiz, zayıf ve güçsüz görünebilirim lakin kendimi başka bir zarfa saklayıp aslımı inkâr etmiyorum en azından. Şu haline bir bak. Alay edilesi vaziyettesin. Deminden beri seni gözlemliyor ve bu postun altında korkuyla çarpan kalbinin atışını dinliyorum. Seni gördüğüm ilk anda aslan olmadığını anlamıştım. Neden bu posta sarındığının gizemini çözmek istiyorum.”

Ceylanın bu sözleri karşısında adam enikonu şaşakaldı. Bir yandan da ceylanın bu pervasız söylemleri onu hiddetlendirdi. Hakikat rüzgârının ona bu kadar hızlı çarparak postunu sökebileceği aklından bile geçmemişti. Saklamakta pek mahir olduğunu sandığı korkularının basit bir ceylan tarafından fark edilmiş ve ayyuka çıkmış olmasından fevkalade rahatsızlık duydu. Ceylanı alt etmek ve sarf ettiği sözlerin hıncını ondan almak istedi fakat bu mahlûk karşısında öyle kayıtsız ve dokunulmaz görünüyordu ki sanki ne yapsa da ona bir zararı dokunamazdı. Tam bunları kafasında kurup bozarken ceylanın sessizliği bölen konuşmasıyla irkildi.

“Dilersen sana korkularla nasıl yüzleşeceğini ve onlara karşı nasıl harp edeceğini öğretebilirim. Fakat bunun için öncelikle o sarıp sarmaladığın posttan sıyrılman ve özüne, benliğine tüm şeffaflığıyla dönmen gerekir. Bunu yapabilirim dersen menşeini merak ettiğin cesaretimin nerden hâsıl olduğunu anlamaya mazhar olabilirsin.”

Ceylan yine aynısını yapıyordu işte. Önce onu küçük düşürmüş şimdi de akıl hocalığına soyunmuştu. Adamın hiddeti büsbütün artmaya başladı bu pervasızlıklar karşısında. Ceylanın bilmiş ve cüretkâr tavrından fazlasıyla rahatsız olan adam tam ona karşılık verecekken içinden yükselen cılız bir ses ceylanın söylediklerinde haklı olduğunu ve böyle yaşamaya devam edemeyeceğini söylemiş. Korkularından arınabilmesi için öncelikle özüne dönmesi gerekmiş, olmadığı bir şeymiş gibi görünmesi değil. Ani bir hareketle postu üzerinden fırlatmış. Bu yaptığına kendi bile hayret etmiş. Yıllardır bu postun altında aslancılık oynayarak kaçmak istediklerinden kaçtığını sanmış, fakat yalnızca kendini kandırmış.

Postun kalkmasıyla sanki hakikat üzerindeki tozlu perde de kalkmış gibiydi. Adam bu role bürünmekten hayli sıkıldığının ve aslında bu vaziyetinin onu hiç te memnun etmediğinin farkına varmış. İçinde tuhaf bir sevinç nümayişi(4) başlamış. Özüne dönmenin kutlu sevinci. Galiba ceylanı fazla hafife almış ve küçümsediği bu mahlûktan öğrenecek pek çok dersi olduğunu kabule mecbur kalmış.

Böylece ceylan ile adam ülfet etmeye(5) başlamış ve epey yol kat etmişlerdi. Ceylan adama güvenmiş ve ona en kadim sırlarını aşikâr etmiş. Adam bırakın korkaklığı neredeyse ceylan kadar cesur olmak üzereymiş. Zavallı ceylan her şeyi bildiğini sanırmış ta karşısındakinin nankörlükle var olmuş bir insanoğlu olabileceği ihtimalini çoktan unutmuş, ona karşı derin bir ülfet duymaya da başlamış. Fakat adam günbegün korkularından soyunup cesaret hırkasını giydikçe tuhaf bir istihale(6) uğramış. Artık ceylanın kalbinin onun avuçları arasında olduğunun ziyadesiyle farkında olarak bir gün bu kalbi elleriyle paramparça edeceği günü bekler dururmuş.

Bu tuhaf ahbaplığın akıllara durgunluk veren sonu gelip çatmış. Korkularından arınır arınmaz adamın yaptığı ilk icraat ona yardım eden ceylanı avlamak olmuş. Ceylandan aldığı cesaret tohumlarını yine ceylana karşı kullanmış. Kınından çıkardığı hançeri ceylanın hevesle atan kalbine saplayıvermiş. Saplamakla kalmayıp hançeri oynatarak ceylanın kalbini paramparça etmiş. Dizlerinin bağı çözülen ceylan yere yığılmış. Gözlerinden aşağı sicim gibi yaşlar süzülürken dudaklarından fısıltı denebilecek kederli bir ses duyulmuş:

“Niçin yaptın bunu, neden…”

Ve o güzel gözleri ebediyen kapanmış.

Velhasıl-ı kelam; her şey aslına rücu eder(7). Bir kimseyi değiştirdiğimizi zannederken aslında ne kadar yanıldığımızın farkında olmayız. Bir zamanlar gölgesi dâhil pek çok şeyden korkan adam, gün gelmiş tüm iyi niyeti ile yaklaşarak ona cesareti öğretene kıymaktan imtina etmemiş. Ceylan adamı fazilet ve iyiliğe yönlendirdiğini sanırken aslında adamın özündeki kötülüğe dönmesini sağlamış farkında olmadan. Ceylan iyi niyeti ve güveninin, adam hınç ve hırsının kurbanı olmuş.

*ünsiyet: yakınlık, ahbaplık                          *menşe: bir şeyin ortaya çıktığı kök, kaynak

*hilkat: yaradılıştan gelen, tabiat                  *nümayiş: gösteri

*ülfet: ahbaplık etme, kaynaşma                   *istihale: bir halden bir hale geçmek, değişmek

*rücu: dönme, geri dönme

1 Yorum

  1. Harika bir yazı olmuş, kaleminize sağlık. Kelime anlamlarını vermeniz de çok güzel olmuş. Yeni yazılarınızı sabırsızlıkla bekliyorum.

Bir cevap yazın