Jimnastik: Skandallar ve Baskıcılığın Tarihi

Jimnastik, profesyonel spor içinde en mükemmeliyetçi olan branşlardan biri. Sporcularından talep ettiği bedensel standartlar, yapılan hareketlerin tehlikeliliği ve verilen puanlardaki müşkülpesentlik gibi faktörler jimnastiği fazlasıyla zorlu kılıyor. Fakat jimnastikteki zorluklar sadece minder üstünde olup bitenlerden ibaret değil. Saha dışında sporcuların yaşadıklarından bahsetmeden önce jimnastiğin yakın tarihini incelemekte fayda var. 

70’li yıllar öncesinde kadın sporcuların neredeyse tamamı yetişkindi. Görüntüleriyle, vücutlarıyla her biri yetişkindi. 60’lı yılların sonunda değişmeye başlayan bu norm, 1976 Montreal Olimpiyatları’yla birlikte pekişecekti.

Dönemin pek çok Doğu Bloğu lideri gibi, Rumen diktatör Nikolay Çavuşesku da spora, özellikle olimpik sporlara önem veriyordu. Macar-Rumen çift Martha Karolyi ve Bela Karolyi, Rumen jimnastik takımının başına getirildi. Sert ve baskıcı eğitim yöntemlerini jimnastiğe adapte ettiler ve bunu genel geçer yöntem haline getirdiler. Ayrıca atletlerin yaşlarının gençleşmesi modasını hızlandırıp kemikleştirdiler ve genç kız çocuklarına yöneldiler. Beşli yaşlarından itibaren seçip yetiştirmeye başladıkları kız çocuklarını, deyim yerindeyse askerî disiplinle eğitip çok genç yaşta olimpik sporcu haline getiriyorlardı. Bunun en büyük örneğiyse Nadia Comaneci oldu. Rumen jimnastikçi, ‘76 Montreal’de 14 yaşındayken 10 tam puanlık performansıyla olimpiyat altınına uzandı. Hiç gülmeyen ve robot gibi hareket eden bu küçük kız, Karolyi tedrisatının etten kemikten ürünüydü.

İlerleyen yıllarda Çavuşesku rejimiyle ters düşen Karolyi çifti, 1981’de ABD’ye iltica etti. ABD Jimnastiği Olimpiyat koordinatörlüğü ve kadın milli jimnastik ekibinin başına geçen çift, o dönemler çok yetenekli sporculara sahip ama orta halli olan Amerikan jimnastiğini şaha kaldıracaktı. Bunu yaparken de, Amerikalılara o dönem yabancı olan fakat kendi metotlarını tanımlayan sertlik ve baskıcılığı yeni kıta jimnastiğine entegre edeceklerdi. 

Rumen çift, Huntsville Texas’ta bir yetiştirme ve antrenman tesisi kurdular. Comaneci’nin görkemli altınıyla o dönem kız çocukları ilham alarak jimnastiğe yönelmişken bir de onu şampiyon yapan koçların Amerika’ya gelmiş olması, Amerikan kız çocuklarını Karolyi kampına yönlendirdi. Amerikan jimnastiğinde böylece çocuksu bir estetik doğmuştu.

Bütün bunlar kulağa hoş gelse de, kız çocukları için kimi tehlikeler de oluşmuştu. Yeme bozuklukları, âdet dönemlerinde ve fiziksel olgunlaşmada gecikmeler gibi sorunlar baş göstermişti. Yine de jimnastikteki genel temayül, başarının küçük olmaktan geçtiği yönündeydi. Yaşınız küçükse ve boy ve kilo olarak da küçükseniz, jimnastik için biçilmiş kaftandınız. Atletlerin genç yaşlarda olması, otoriter koçlar için de bir avantaj demekti: Üzerlerinde daha rahat kontrol sahibi olabiliyor, onları istedikleri gibi yönlendiriyorlardı. Zira alternatif metotların varlığından kız çocuklarının haberdar olması mümkün değildi.

Karolyi çiftinin ABD’deki etkilerini göstermesi çok uzun sürmedi. ’84 Los Angeles Olimpiyatları’nda koçluklarını yaptığı Mary Lou Retton altına uzandı ve bunu başaran ilk Amerikan kadın jimnastikçi oldu. Yine ev sahibi olduğu ’96 Atlanta’ya “Magnificent Seven” (Muhteşem Yedili) lakabı verilen ekiple katılan ABD, bir takım ve bir bireysel olmak üzere iki altın madalya alıp göz doldurdu. Yıllardan beri eleştirilen konuysa, Kerri Strug’ın son atlayışıydı. Strug, takım altın madalyası için yaptığı son atlayış öncesindeki atlayışında sol ayağından sakatlanmıştı. O zaman kendisi ve ekip incindiğini düşünmüştü, sonradan ise ayak bileğinin iki yerden kırıldığı öğrenilecekti. ABD Jimnastik takımınınsa altına uzanmak için ihtiyacı olan tek şey, sakat Strug’ın son atlayışını başarıyla yapmasıydı. Strug kenara gelip sol bileğinin acıdığını söylese de Bela Karolyi bunu bir bahane olarak kabul etmedi ve onu yüreklendirerek, ikonikleşen sözü “You Can Do It”i (Yapabilirsin) sarf ederek onu atlayış beygirinin gerisine gönderdi. İkinci atlayışında başarılı olan Strug, en başta mindere iki ayağının üstüne düşse de hemen sol ayağını kaldırdı, seyircilere selam verdi ve acı içinde kendini yere bıraktı. (https://youtu.be/O4um3YEX51k?t=167) Martha Karolyi ve sağlık ekibi hemen minder tarafına gelip onu kucağına aldı ve tedaviye götürdü. Şampiyon olan takım arkadaşlarıysa Kerri dönene kadar madalya için podyuma çıkmayı reddetti ve tedavisinin tamamlanıp salona dönmesini beklediler. Kerri, ayağı alçılanmış şekilde Bela Karolyi’nin kucağında podyuma geldi ve takım arkadaşlarıyla birlikte tribünleri selamlayıp altın madalya pozlarını verdi (https://olympics.nbcsports.com/2020/04/24/kerri-strug-shannon-miller-magnificent-seven-gymnastics-olympic-team/).  

Bu olay, uzun süre bir kahramanlık, cesaret ve vatanseverlik öyküsü olarak anlatılsa da aslında Strug buna zorlanmıştı ve Amerikan Jimnastiğine Karolyilerle geçmiş olan “kazanmak için her yol mübahtır” anlayışı ahlakî olarak sorgulandı. Olimpiyat altınını kazanmak elbette çok değerli bir başarı, ama sakat bir atletin sağlığını riske edecek şekilde kazanmaya zorlamaya değer miydi?

ABD jimnastiğinin amentüsü artık bu olmuştu. Soğuk Savaş döneminde Doğu Bloğu ülkelerinin olimpik branşlardaki başarısı, onlara düğmeyi bastırmıştı ve Karolyilerle birlikte bu anlayış iyice yerleşmişti. Oyuncu istismarı, baskıcılık, mental ve bedensel sağlığın geri plana atılması artık geçer akçeydi.

Karolyilerin çiftliğindeki genç kızlar, başarı ve gelişim için antrenörleri tarafından fazlasıyla zorlanıyordu. Onlara gülen, şakalar yapan ve rahatlatan bir figürü haliyle arıyorlardı. Bu figürse, onlara çikolata vererek mutlu eden kamp doktoru Nassar’dı. Sporcularla muhabbet ediyor, bir yandan onları muayene ediyor, kimi masajları ve terapileri uyguluyordu. 18 yıl boyunca görevinin başında olan ve başarılı bulunan Nassar’ın mesleki teknikleri ve takip ettiği protokoller sorgulanmıyordu: Ta ki eski hastalarından Rachael Denhollander ortaya çıkana kadar. Eski bir jimnastikçi olan avukat Denhollander, aktif spor döneminde tedavi olduğu Nassar tarafından taciz edildiğini iddia etti. Yerel bir gazete olan Indianapolis Star, Denhollander’ın demeçlerini yayımladı ve bir skandalı ortaya çıkarttı: ABD Jimnastik Federasyonu’na gelen taciz şikayetleri hakkında gereken yapılmıyor, hatta örtbas ediliyordu. Şikâyet sahiplerine “gereken yapılacaktır” denildiği halde hukuki otoritelerle iletişime geçilmemişti. Mağdur ve mağdur yakınları dışındaki kişilerin şikayetleri ve bildirileriyse direkt göz ardı edilmişti.

2014 ve 2015’te ifadesi alınan Larry Nassar, Aralık 2017’de tutuklandı. Nassar’ın 20 seneye takın görev süresince kendilerine taciz ettiğini açıklayan ve davacı olan kadınların sayısıysa korkutucuydu: Yaklaşık olarak 500 (Yanlış okumadınız:500!) Nassar; birinci derecede cinsel tacizden 40 ila 175 yıl, çocuk pornografisi suçundansa 60 yıl hapse mahkûm edildi. Hüküm veren yargıcın Nassar’a yönelik azarıysa vaziyetin vahametini gözler önüne seriyordu (https://youtu.be/Z9iF-qrj9kg?t=28): “Kurbanların ifadelerini dört beş gün boyunca dinlemenin yarattığı hisler, onlar saatlerce istismar ettiğindeki aldığın hazzın yanında hiçbir şey.” Nassar hâlâ cezaevinde, çıkmasınaysa ihtimal verilmiyor.

Nassar’ın taciz ettiği kadınlar arasında sporun en büyük efsanelerinden olarak kabul edilen Simone Biles, eski Olimpiyat şampiyonu McKayla Maroney ve olimpik seviyede olan fakat taciz şikâyetlerinden ötürü haksız bir şekilde 2016 Rio Olimpiyatları’na götürülmeyen Maggie Nichols de vardı.

Federasyon başkanı Steve Penny, ABD Senatosu’na ifade vermek için çağrıldı. Konuşmama hakkını kullansa da fayda etmedi. 5 ay kadar sonra, delil karartmadan dolayı tutuklandı. Dava kararı bu sene sonunda belirlenecek, eğer suçlu bulunursa iki ila on yıl arasında hüküm giymek durumunda.

ABD Jimnastiği, paraya ve madalyaya, genç kızlardan ve onların sağlığından ve özgürlüklerinden daha fazla değer vermekteydi. Profesyonel spordaki rekabetçiliğin ve mükemmeliyetçiliğin vardığı dehşet verici noktaya jimnastik somut bir emsal oldu: Başarı ve maddi sonuç uğruna işlenen suçlar, karartılan hayatlar ve zarar verilen insanlar.

Bir cevap yazın