Leonard Cohen. Ünlü Kanadalı şarkıcı, yazar, şair ve söz yazarı. 82 senelik ömrüne pek çok ölümsüz eser sığdırmış bir sanat adamı. Çeşitli ülkelerde yaşamış olan Cohen; yaşadığı deneyimlerini kalemine, vokaline ve gitarına yansıtmaktan hiçbir zaman geri durmadı. Bu deneyimlerin önemli bir bölümünü ise kadınlar oluşturdu. Ayrı bir düşkünlüğü olduğu kadınlarla çokça yedi içti, yatıp kalktı. Şarkılarının önemli bir kısmını da onlara yazdı: Janis Joplin, Nico, Suzanne Verdal, Suzanne Elrod, Joni Mitchell ve belki de ismini bilmediğimiz daha niceleri. Fakat aralarından biri var ki; Leonard’ın hayatında, yazın ve müzik kariyerinde çok önemli bir yer teşkil eden, muhtemelen Leonard’ın en çok sevdiği kadın: Marianne Ihlen.
Kendisi Norveçli bir dul anneydi. İlk eşi Axel’den boşanmış ve oğlu Axel Jr.’la ya da çevrelerindekinin tabiriyle “Little Axel” (Küçük Axel) ile yaşamaktaydı. 60’lı yılların özgürlükçü ve hedonist ortamında ediplerin ve diğer pek çok sanatkârların gözdesi memleketlerden birinde, Yunanistan’a bağlı Hydra Adası’nda yaşıyordu. Cohen’la tanışması da bu adada gerçekleşecekti.
Leonard, 1934’te Montreal’deki varlıklı bir Yahudi ailede dünyaya geldi. Soğuk Kanada ikliminde monoton ve rahat bir çocukluk geçirse de içindeki sanatçı ve maceracı ruh onu ülkesinden kopardı ve soluğu önce Londra’da, sonraysa Hydra’da aldı. Buranın iklimi de insanları da, yaşam şartları da Montreal’dekinden çok daha farklıydı. Açık ilişkilerin yaygın olması; cinsellik ve aidiyet kavramlarının alıştığından daha farklı olması da aşkı ve ilişkileri ele alış biçimini fazlasıyla etkiledi. Bütün bu hengâmenin ortasında Marianne’le (Norveççede okunuşu “Mariyanna” şeklinde olsa da Leonard ona hitap etmek için hep İngilizce “Meriyen” telaffuzunu tercih etti) tanıştı. Hayatının belki de en önemli dönüm noktası da bu oldu. Marianne’le tanıştıktan sonra Leonard için hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Çabucak yeni bir aşka yelken açan çift, Hydra’da bir ev tuttular ve beraber yaşamaya başladılar. Marianne ev işleriyle ve Leonard’a hizmet etmekle ilgileniyordu. Leonard ise Marianne’in oğlu Axel’le oyunlar oynamakla ve evlerinin balkonunda, kızgın Yunan güneşi altında eserler kaleme almakla günlerini geçiriyordu. En önemli romanlarından Güzel Kaybedenler (Beautiful Losers) Hydra’da kaleme aldığı eserlerinden biriydi. Akşamlarıysa gitarını eline alıp dost meclislerinde şairlerle şarkılar söylüyor, Marianne’le olan bağını daha da kuvvetlendiriyordu.
Her güzel şeyin sonu olduğu gibi Hydra’daki rüya gibi günler de son buldu. Parasızlıktan müstakil evinin kirasını çıkaramayan ve maddi anlamda dara düşen Leonard için artık ciddi bir şekilde para kazanma vakti gelmişti. Güzel Kaybedenler’in de arasında olduğu birtakım eserlerini tanıtmak ve bir yayınevine bastırmak için New York’a geldi. Bu Marianne’den kısa bir ayrılık demek olsa da yeniden sevgilisinin yanına dönmenin umudunu taşıyordu Leonard.
Kitaplarını yayınlatmaya çalışırken umutsuzluğa kapılmaya başlamıştı. Tam da bu sırada bir arkadaşı aracılığıyla şarkıcı Judy Collins’e takdim edildi. Kimyaları uyuşan ve çabucak arkadaş olan Leonard’a Judy, sesini ve kalemini överek neden şarkıcı olmayı denemediğini söyledi. Leonard’sa bir bestesi ve güftesi olduğunu fakat bundan şarkı çıkacağından emin olmadığını söyledi. Sesinin de berbat olduğunu ekleyince Collins iyice meraklandı ve gitarla çalıp söylemesini istedi. O şarkı Suzanne’di. Leonard o harika sesinden Suzanne’i okuyunca Collins büyülendi ve onu müzik dünyasına takdim etmek için çalışmalara başladı. Leonard topluluğa çaldığı ilk konserinde utanarak şarkısını yarıda bırakıp sahneden inse de Collins onu geri dönmesi için ikna etti ve şarkıyı beraber tamamladılar. Artık Leonard meteliksiz bir şair-yazar değil, gelecek vaat eden bir şarkıcıydı.
Kadınlarla olan ilişkisi de çok daha çoğulcu, dizginsiz ve durdurulamaz bir hal almıştı. Şıpsevdi bir adama dönüşen Leonard; güzel kadınlara tutuluyor, onlarla sürekli beraber vakit geçiriyor ve şarkılarını onlara ithaf ediyordu. Bu sevme ve sevilme konusundaki sınırsızlığı, sanatının belkemiğini oluşturacaktı.
Bu arada Marianne arada sırada Montreal’e ve New York’a oğlu Axel’le gelerek Leonard’ı ziyaret ediyordu. Fakat oğlunun babasız ve Hydra’nın başıboş ve “asit dolu” ortamında büyümesi onu sorunlu bir çocuk yapmıştı. Deyim yerindeyse Axel’in huzursuz hali Marianne’i epey zorluyordu. Buna Leonard’la aralarında mesafelerin olması ve Leonard’ın kendisine sadık kalmaktan çok uzak bir şekilde çapkınlıklar peşinde koşmasına Marianne fazla aldırmıyordu. Bugünün perspektifinden bakınca bu olay bize anormal gelebilir, fakat o yıllarda Batı’nın özellikle sanat çevrelerindeki ilişki ve aşk anlayışlarını anladığımızda bu durum çok da abes gelmeyecektir. İlişkilerine esas darbe vuransa, Leonard’ın yeşeren müzik kariyeriydi. Haliyle ilişkileri bu halde yürümedi ve 1967’de 7 yıllık ilişkilerine son verdiler.
Marianne, ilişkilerinin bitişini seneler sonra şu sözlerle özetliyordu: “Problemlerimize değinmeden bu aşkı nasıl sürdürebilirdik ki? İçinde olduğumuz durumu fark ettim. Artık hiçbir şekilde iletişim kuramıyorduk. İlişkimiz hiçbir yere gitmiyordu. Birimiz diğerinin ne dediğini anlayamaz olmuştuk. Leonard haliyle kendini şarkı yazarlığına ve müziğine vermişti. Denedik, denedik. İkimiz de pes etmeye hiç niyetli olmadık.”
Yıllar sonra Judy Collins’le karşılaşan Marianne, biten ilişkisinden onu sorumlu tuttu. Collins’e düzenini bozduğunu ve Leonard’ı ondan kopararak kendini ve oğlunu bunalımlara terk ettiğini söyledi. Oğluyla bir başına kalmasının nedenini Judy’e, yani Leonard’ın şarkıcı olmasına bağlamıştı. Bir nevi Leonard’ın bütün hayatını ve onu tanıma ve anma nedenimizi oluşturan müzik kariyeri, en büyük aşkı Marianne’i kaybetmesinin de sebebi olmuştu.
Leonard Marianne’le olan ilişkisinden her daim memnundu, sevgi ve yakınlık üzerine kurulu romantik bir ilişkiydi onlarınki. Fakat Marianne’i onun için anlamlı kılan esas faktör “muse”u, yani ilham perisi olmasıydı. Marianne, Leonard’a büyük eserler yaratması için hep büyük ilham bahşetti. “So Long, Marianne” ve “The Bird on Wire” bizzat onun için yazılmıştı. Ömrü depresyonlarla ve bunalımlarla geçen Leonard’ın dünyasındaki en pak ve sahici unsurdu Marianne.
Çevresindekilerin Marianne hakkında anlattığı şeyler ortak: Çok cömert ve çok nazik bir kadındı. Karşısındakini hep dinleyen ve değer verdiğini hissettiren biriydi. Sevdikleri uğruna yapmayacağı bir şey neredeyse yoktu. Kalbinin önemli bir yeri de hep Leonard’a ait kaldı. Sonradan başka biriyle evlense de bu durum değişmedi. Leonard için başka kadınlar hep var oldu ama Marianne için Leonard biricikti.
Seneler sonra, 2016’da Marianne hasta yatağında son günlerini yaşarken Leonard’dan bir mektup geldi ve kendisine okundu. Leonard, eski aşkına şu sözlerle sesleniyordu: “Ah Marianne. Gerçekten yaşlandığımız ve bedenlerimizin tükendiği zaman çattı. Görünen o ki yakında senin peşinden geleceğim. Şunu bilmeni isterim, ardındayım ve sana o kadar yakınım ki ellerini uzatacak olursan benim ellerime ulaşabilirsin. Biliyorsun ki seni her zaman güzelliğin ve bilgeliğinden ötürü sevdim. Daha fazla konuşmama gerek yok, çünkü bunları zaten biliyorsun. Ama şimdi, sana çok güzel bir yolculuk diliyorum. Hoşça kal eski dostum. Sonsuz sevgilerimle, yolun sonunda görüşmek üzere.”
28 Temmuz 2016’da Marianne Oslo’da vefat etti. Ölümünden sonra Leonard’a gelen notsa aralarındaki o eşsiz bağın hâlâ capcanlı olduğunun canlı bir kanıtıydı: “Sevgili Leonard, Marianne dün akşam yavaşça sonsuz uykusuna daldı. Yakın arkadaşları etrafındayken, huzur içinde. Mektubun bize, o hâlâ bilinçli bir şekilde gülüp konuşabilirken ulaştı. Ona sesli bir şekilde okuduğumuzda, sadece kendisinin gülümseyebileceği şekilde gülümsedi. Sen ardında ona dokunacak kadar yakın olduğunu söyleyince elini havaya kaldırdı. Onun durumunu bilmen ona derin bir huzur verdi. Yolculuğu için iyi dileklerin ona ekstra güç verdi. Ölmeden bir saat önce elini tuttum ve Bird on the Wire’ı mırıldandım. Çok cılız bir şekilde nefes alıyordu. Odadan çıkmamızdan önce, yeni maceralar için ruhu pencereden dışarıya uçtuğunda alnını öptük, ebedi sözlerini kulaklarına fısıldadık. Hoşçakal Marianne (So Long Marianne).
Marianne’den üç ay kadar sonra, 7 Kasım’da Leonard bu dünyaya veda etti. Bize düzinelerce şarkı, unutulmayan güfteler ve büyük bir edebi ve musiki miras bıraktı. Hoşça kal Marianne ve Leonard, her şeye ağlamaya gülmeye, gülmeye ve ağlamaya başladığımız vakittir bu.