Jalûzi perdeleri yarı yarıya indirmiştim. Odamda duvar saatinin sinir bozucu sesinden başkaca bir ses yoktu. Sessizlik, loş bir ortam ve önümde bilgisayar… Yazmak için tüm koşullar uygundu ama ben saatlerdir tek bir kelime bile yazamadan öylece koltuğa gömülü halde bekliyordum. Neyi bekliyordum? İlham perilerini mi? Belki de. Kariyerimin gitgide aşağı seyreden gidişatına dur demek şöyle dursun buna seyirci kalmayı istemeden de olsa kanıksamıştım. Tam da melankolinin rutubetli dehlizlerinde dolaşırken odamın kapısı birdenbire açıldı. İçeri kan ter içinde kalmış, kesik kesik nefes alan biri girdi ve durmaksızın aynı cümleyi sayıkladı:
“ Beni öldür dedi. Ben de öldürdüm.”
Birini öldürmek şöyle dursun, eline herhangi bir suç aletini alamayacak bir şahsın ilk sözleriydi bunlar. Beklediğim ama gelmesini hiç de ummadığım ilham perim mi gelmişti diye düşünerek içimden kendi kendime güldüm. Sonra bu gülünç düşünceyi kafamdan derhal kovdum ve onu incelemeye koyuldum. Pejmürde ve umutsuz bir haldeydi. Filhakika* benim derli toplu ve temiz görünüşümün aksine o halde olan aslında bendim.
Kendimi kısaca takdim edeyim. Ben kendi halinde bir yazarım. Daha doğrusu yazardım. Masum katil romanımın başkarakteri ile tanışana kadar yazdığım muhtelif birkaç kitap raflarda solmaya yüz tutmuşken masum katil ile kariyerimin zirvesine tırmandım desem yalan olmaz. Onunla aramızda öyle tuhaf bir ünsiyet* doğdu ki o bana paha biçilemez bir iham membaı* sunarken ben de onun hayat görüşüne müspet bir dokunuşta bulundum. Onunla ilk karşılaşmamız ve sonrasında yaşanan hadiseleri anlatmam gerek size. Bir katilin nasıl masum olabileceğini merak ediyorsanız okuyun ve esas katilin kim olduğuna siz karar verin.
(kırmızı: masum katil, siyah: sayın yazar)
“Ölmezden evvel ölmeyi kendi istedi. Senin hayatında olmak istemiyorum dedi. Birini çok severken nasıl öldürebilir ki insan. Belki de ben değil o beni öldürdü. O yüzden çöllerde avare dolaşıyorum. Oydu esas katil. Silahı elime tutuşturan, onu öldürmemi isteyen oydu.”
Bir yandan bu sözleri yineleyip duruyor bir yandan da şiddetli bir şekilde ihtizaz ediyordu*. Bu olanlara bir anlam veremedim. Kimi, niçin ve nasıl öldürmüştü? Adını sordum.
“Mühim olan kim olduğum değil ne yaptığım…”
Demekle yetindi.
Bilmece gibi konuşuyor olduğu için ne anlatmak istediğini bir türlü anlayamadım. Divane bir meczuptan farksızdı. Bir müddet bu konuşmalara devam etti.
“ Sevdiğimin katiliyim ben. Ya da o benim katilim. Ben yaşayan bir ölüyken, o ölüyken yaşıyorsa gerçekte kim kimi öldürdü?”
Bu soruyu bana yöneltmişti. Afalladım. Konuyu idrak etmekte güçlük çekiyordum.
“ Ortada bir ceset yoksa katil de yoktur.”
Dedim.
“ Kendinizi akıllı ve gören biri sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz.”
Dedi.
Benim yanıma gelip böyle ahmak muamelesi yapmasıyla hiddetten kaskatı kesilsem de bunun altından çıkacak hikâyenin merakı beni esir aldığı için sadece sustum.
“ Beni sev dedi sevdim. Sonra elime bir silah tutuşturdu vur dedi. Parmağım namluda tir tir titredi. Beni azmettirmek için türlü sözler söyledi. En sonunda onu vurdum. Gölgesi beni hala takip ediyor, bedeni yaşıyor. Sizce asıl ölü olan o mu ben miyim?”
Meğer hikâyenin sonunu baştan anlatmıştı. Daha onu gördüğüm ilk anda şu vakte kadar tanımış olduğum pek çok kimseden bambaşka bir insan olduğunu sezmiştim. Pür dikkat ona odaklanmaya ve anlatacaklarını can kulağıyla dinlemeye karar verdim:
“ Bana öncelikle kim olduğunuzu ve niçin benim yanıma geldiğinizi söyler misiniz? Size yardımcı olmak isterim.”
Bu sözlerime karşılık yüzünde alaycı ve bilgiç bir tebessüm belirdi. Karşımda çözülmesi neredeyse imkânsız bir bilmece duruyordu. Ama bende bu bilmeceyi çözecek hırs ve merak ziyadesiyle mevcuttu. Oyunu onun kurallarıyla oynamaya karar verdim. Sözlerime devam ettim:
‘’ Birini öldürmek… Müşkül iştir. Bunu gerçekte yapmadığınızı geç de olsa anladım. Siz daha zorunu yapmışsınız. Birini ruhunuzda öldürmüşsünüz, değil mi?’’
Dedim.
Yüzünde demin beliren tebessüm hızla eridi ve yerini derin bir tefekküre* bıraktı. Sanırım onu doğru yerden yakalamıştım. Düğüm zor da olsa açılacak gibiydi. Benim hamlemi bekliyordu. Onunla adeta satranç oynuyor gibiydik. Karşımdaki insanın zekâsının parıltısı loş odamı aydınlatmaya yetmişti ama beni de hafife almamalıydı. Bir müddet o beni bende onu derin bakışlarla süzdük.
Sonra ansızın toparlanıp kalkmaya yeltendi. Bunu hiç beklemiyordum. Beni türlü soruların ortasında öylece bırakıp gitmesine izin veremezdim. Onu burada tutmak için bir şeyler yapmalıydım. Ve yaptım da.
“ Bana onun sizi fail olmaya nasıl ittiğini anlatmadan mı gideceksiniz? Hikâyenizi anlatmaya cesaretiniz yoksa derhal burayı terk edin!”
Ters psikolojinin kimi zaman etkili olduğunu duymuştum. Bir kumar oynamıştım ve işe yarayıp yaramayacağını şimdi görecektim.
“ Ben anlatmak için yeterince cesaretliyim. Dinlemek ve kaleme almak hususunda doğru kişi olup olmadığınızı görmem için sizi bir teste tabii tutmam gerekti. Neyse ki siz doğru adrese geldiğimi göstermiş oldunuz. Sergilediğiniz cüretkârlık için teşekkür ederim. Vaktiniz var mı?”
Dedi.
İçimden işte bu diyerek bıyık altından gülmekten kendimi alamadım. Az evvel çaresizlik içinde çöküşümü izlerken şimdi hayatın bana sunduğu bu ilginç vakayı dinlemek için can atıyordum. Sorusuna sadece gülümsemekle yetindim. Birer kahve söyleyerek ben dinlemeye o anlatmaya koyulduk.
-1-
- Filhakika: Gerçekten, hakikatte, doğrusu
- Ünsiyet: Yakınlık, ahbaplık
- Memba: Herhangi bir şeyin ortaya çıktığı, meydana geldiği, zuhur ettiği yer
- İhtizaz: Hafif hafif titreme
- Tefekkür: Derin derin düşünmek
Ne’de güzel yazıyorsunuz.
Selma Hanım
Takip etmeye devam kalemine sağlık
Bunları duymak beni hayli mutlu etti. Derler ki marifet iltifata tabiidir. Teşekkürler. Keyifli okumalar…