“Duyup duyabileceğiniz en tuhaf hikâyenin kahramanlarından biriyim. Bunu yaşamaya beni kimse zorlamadı ama üstümdeki nüfuzlarını kullanmalarına izin vermeseydim bunların hiçbiri yaşanmazdı.”
Daha ilk cümlesi bile zihnimi şaibe ve merakla doldurmaya yetmişti. Kahvemden hızlıca bir yudum aldım. Üslubunun daima böyle çözülmeyi bekleyen bir bilmeceyi anımsattığını düşündüm. Hiçbir zaman hiçbir şeyi açıkça söylemiyor ama incelikle ima ediyordu. Aramızdaki ünsiyet arttıkça onu çözmeye başladım.
“Diğer kahramanı tahmin etmek pek de zor değil. Öldürdüğünüz kişi değil mi?”
Soruma karşılık beni sadece başıyla onayladı.
“Yaşadıklarınızı önleyebilecek güçte olduğunuza gerçekten inanıyor musunuz? Yoksa inanmak mı istiyorsunuz?”
Bu sorum onu hayli kızdırmış olacak ki kaşlarını çatarak sessizliğiyle beni cevaplamış oldu.
“Sayın yazar, ne hadiseler duyup ne insanlar gördüğünüzü bilemiyorum ama ben birçoklarını görüp geçirdim. İnsanlar sizi canları sıkıldıklarında oynadıkları bir oyuncak olarak görür ve sonra da kaldırıp atar. Hayat kısaca budur. Buraya geldiğimde kurduğum ilk cümle hatırınızda mı?”
“ Elbette. Unutmam mümkün değil. Beni öldür dedi, ben de öldürdüm demiştiniz. Bunu duyunca içimde şaşkınlıkla karışık bir merak şelalesi zuhur etti [1].”
“Sayın yazar, bu arada, size böyle hitap etmemin bir mahzuru yok değil mi?– sorduğu sorunun cevabını almadan devam etti- ilk başta beni belki de gerçek bir katil sandınız. Kim bilir. Ama ben bir bedeni değil bir ruhu öldürdüm. Fakat aslında hangimiz öldük? Onu öldüren ben mi, beni öldüren o mu? Bu sözlerim size bilmece gibi geliyor biliyorum. Size her şeyi olduğu gibi de anlatabilirdim fakat böylelikle beni anlamanızı istiyorum, anlıyorsunuz değil mi?”
Karşımdaki insan nasıl bir dimağa sahipti. Konuşmalarını hayranlıkla takip ediyordum ve sorusunu cevapladım:
“Bütünüyle anlamam için iyice tanımam ve dinlemem gerek ama niyetinizi anlıyorum. İzlediğiniz yola saygı duyuyorum.”
“Öyleyse başlayalım. Ben masum katil. İki zıt kelime aynı tamlama içinde nasıl barınır? İki tezat aynı insanda nasıl mevcut olabilir? Pekâlâ olabilir. Şaşırmayın sayın yazar. Dahlimin olmadığı bir cinayette katil bendim. Azmettirici de maktul de aynı kişiydi. Bu hikâyenin tek maktulü o değildi ki. Asıl kurban bendim. Asıl ölen ben. Karşınızda yaşayan birini mi görüyorsunuz? Bu cinayete zorlandım. Elime görünmez bir silah verip vur dedi, acıma bana. Gözlerimin önünde en sevdiğim insanı vurdum. Namludan fırlayan kurşun aslında benim yüreğimi parçaladı. Bu hikâyenin katili de maktulü de benim…
Şaşkın olduğunuzu görüyorum sayın yazar. Pek de haksız sayılmazsınız ya. Bir insan nasıl hem suçlu hem masum olabilir diyorsunuz değil mi içinizden. Cevaplayacağım müsaadenizle. Ben sadece öldürmekle vazifelendirilmedim. Öldürürken ölmek de benim görevimdi. Ortada gerçek bir cinayet aleti de yoktu aslına bakarsanız, sözler dışında… Silahı bir kinaye olarak kullandığımı sizin gibi akıllı birinin anlayacağını tahmin ettiğim için yanınıza geldim. Bu hikâyeyi hakkıyla yazacak olan sizsiniz biliyorum. Sözler demiştim sayın yazar, sözler silahtan da tehlikeli ve fakat silahtan da öldürücü güçte olan unsurlardır.”
Devamını dinlemek için kısa bir soluk almam gerekti. Ara verdik. Yeni romanımın varoluş mücadelesinin gürültüsü içimde yankılanmaya çoktan başlamıştı. Masum katil devam etti:
“O durmadan beni vuruyordu zaten en güçlü silahını kullanarak: Sözlerini. Ben delik deşik oluyor, kan revan içinde kalıyordum. Ama yine de direniyordum. İçimde kaynağını bilmediğim bir dirayet ve güç mevcuttu. Benim dirayetim sonunda onun vazgeçişi oldu. Ne kadar vursa da öldüremediği birinden en sonunda yalvararak ölmeyi diledi. Madem sen ölmüyorsun, bari beni öldür dedi. Acıyarak baktım ona. İnsan sevdiğine kıyar mıydı hiç. Ben onun gibi acımasız değildim ki. Ama günler geçtikçe azmettirmek için başvurduğu yollar çirkinleşti, baktığımda içimi şefkatle dolduran o yüze artık dehşet ve ürpertiyle bakar oldum. Düştüğü bu sakil [2] vaziyet içimi sızlattı. En sonunda bu kadar mı ölmek, bu kadar mı benden gitmek istiyorsun dedim ona. Sanki azat olmayı bekleyen köle gibiydi. Ben sadece onu azat ettim. Çok sevdiğim için… Bir zamanlar…”
Bu ana kadar en ufak bir hüzün emaresi göstermeyen masum katilin gözlerinde ilk kez hüzün bulutlarını yakaladım. Göz pınarları doluydu. Ağlamak üzere olduğunun farkındaydım. Fakat benim yanımda ağlamayacağının da. Hem yıllara meydan okuyan bir ağaç gibi dimdik hem usulca titreyen bir sonbahar yaprağı gibi solgun ve bitkindi.
“Sizi bölmek istemezdim üzgünüm fakat şunu söylemek istiyorum. Siz katil değilsiniz. Olamazsınız da. Siz bu hikâyenin ancak ve ancak maktulü olabilirsiniz. O madem sizin tarafınızdan öldürüldü, bırakın da ölüyü gömelim. Onun sizi de öldürmesine izin vermeyin! İçinizdeki ona veda edin!”
Dedim.
Hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti. Müdahale etmedim. Geri geleceğini biliyordum. Nasıl ki burayı kendisi bulup geldiyse yine gelecekti. Bu hikâyenin onun belini büktüğünü ve yüreğine ağır geldiğini tahmin etmek zor değildi. Bu görüşmemiz üzerinden takriben 5-6 ay geçmişti. Bir gün ofisimin kapısı çalındı. İçimden bir his masum katilin geldiğini söylüyordu.
“Girin!”
Kapıyı aralayan gerçekten de oydu. Geri gelmişti. Biliyordum. Aylar önce oturduğu koltuğa yine oturdu. O pejmürde ve sakil halinden eser yoktu.
“Sizi yeniden görmek kadar günümü neşe dolduran bir şey olamazdı. Hem yaşıyorsunuz.”
O güzel tebessümünü benden esirgemedi ve şöyle söyledi:
“Evet. Yaşıyorum. Tek bir sözünüzün üzerimdeki tesirini işte görüyorsunuz. Onunla beraber ölmek üzereydim. Fakat siz sayın yazar, bana içimdeki yaşama arzusunu hatırlattınız. Aslında ölmek değil doyasıya yaşamak istiyordum. Kendime yapıştırdığım katil yaftasından beni kurtardığınız için müteşekkirim. Bana yaptığınız bu hatırı sayılır iyiliğin karşılığı olarak hikâyemi kaleme almanızı teklif etmek ve sonunu yazmanıza yardımcı olmak için geri döndüm. Tabii siz de kabul ederseniz.”
“Sizin değişiminizin sebebi yaşama isteğinizdi, ben değil. Dediğiniz gibi ben sadece bir hatırlatıcıydım. Şu anki vaziyetiniz beni fevkalade mutlu etti. Sizin aziz hikâyenizi kaleme almak benim için ancak bir şereftir.”
İkimiz de birbirimize gülümsedik. Ve işte böylece ardı ardına baskıya giren Masum Katil romanımı kaleme almaya başladım. Tanışıklığımıza rağmen hiçbir zaman ne o benim adımı zikretti ne de ben onun. Ben onun sayın yazarıydım, o benim masum katilim.
-SON-
[1] Zuhur etmek: Meydana çıkmak, baş göstermek, görünmek
[2] Sakil: Çirkin, kaba, yakışıksız