Mihnet Günlükleri

Ben satır satır, sayfa sayfa ihtiva(1) etmiş olduğum irili ufaklı keder yığınlarından aldım adımı. Sahibim kapağımı her araladığında gözlerinde daimi asılı kalan hüznü okudum. Beni eline aldığı her vakit yanaklarından aşağı sicim gibi akan gözyaşlarının da ona iştirak ettiğine tanık oldum. Bana günün birinde muştu verecek mi, yüzünde parlak bir tebessüm görebilecek miyim diye içten içe ümitsizce bekler dururdum. O, bana kimsenin bilmediği kadim sırlarını, acılarını ve eşsiz hüznünü emanet ederdi. Yazılarında saadetten eser yoktu da saadet hülyaları hep vardı. Bir de beklediği biri vardı. Herkesten ve her şeyden çok beklediği. Her şeyden geçse de ondan bir türlü vazgeçmediği biri. Onun gelip ruhunda ne yapsa da doldurmaya muvaffak olamadığı o koca boşluğu doldurup, varlığını nihayet anlamlı kılacağına inanıyordu. Onu o kadar yoğun bir hasret ve ümitle bekliyordu ki bende bu bekleyişine ortak oluyordum. Fakat bir yandan ya o hiç gelmezse, o zaman ne olacak diye düşünmeden edemezdim. Bana durmadan onu anlatırdı. Geleceğine dair kuvvetli bir inancı vardı.  Lakin gün geçtikçe ümidi de soluyordu. Tıpkı beni eline aldığı vakit gözüme ilişmiş olan menekşeleri gibi.  Kaç çiçek dikilmişti aynı toprağa sayısı bilinmez. Biri bile tutunup kök salamamış, hepsi en sonunda boynunu büküp soluvermişti.  Neticede onun yüreğine sığmayan onca keder yığınına ev sahipliği yapıyordum. Onları taşımak çok zordu fakat saklı kederlerini, bekleyişlerini ve nice düş kırıklığını bana emanet ettiği için kendimi şanslı bile sayıyordum.  Basit bir defter iken onun kadim dostluğuna vakıf olmak benim için paha biçilemezdi.  Varsın ne kadar anlatsa da bitiremediği yalnızlığını bana yüklesindi. Varsın onu terk edenlere yaslı sitemler etsindi.

Renkli kalemlerle yazılmış hüzünlerle doluydu her sayfam.  Ne tuhaf bir ironiydi bu. Pembe ile yazılmış çaresizlik cümleleri, hayal kırıklıklarıyla dolu mavi cümleler…  Gökkuşağının taşıdığı her bir renk bir başka kederin simgesi haline gelmişti. Böyle yaparak adeta kendisiyle alay etmişti. Acıyı çekip çekmemek onun kararı dâhilinde değildi lakin taşıdığı duygu bulutlarını hünerle renkten renge boyuyordu. Tuvaline âşık bir ressam oluyordu bazen. Şimdi şuraya mavi devasa bir hayal kırıklığı çizelim. Buraya da ateş kırmızısı bir ihanet resmedelim! Ona hayranlıkla bakmaktan alıkoyamazdım kendimi. Fakat benden başka kederine ortak edeceği kimsesi olmayışına esefle bakardım da öte yandan. Kimi zaman aynı gün ve dahi aynı günün gecesi art arda uğrardı yanıma. İçindeki boşluk hissi onu ele geçirip de takatsiz bıraktığı anları hep benimle atlatırdı. Çektiği o koca ıstırabın, kaçamadığı zalim yalnızlığın tek tanığı dilsiz ve cansız bir defterdi. Dile gelip ona bir teselli vermek, mümkünse gözlerinden durmaksızın süzülen gözyaşlarını silmek isterdim. Buna ihtiyacı olduğu aşikârdı. Çaresizce bir deftere sığınmasından içinde kıvrandığı amansız keder kendini belli ediyordu. Kimseler onu anlamazdı. O da bunu bildiği için yalnızca bana anlatırdı en sustuklarını. O bilmezdi ama onun her bir damlası sayfalarımın üzerine düşüp damla damla yayıldığında bende ağlardım onunla beraber. O sessiz sedasız figan ederken bende iştirak ederdim. Bir yandan onun yareni olduğum için kendimi nasipli sayarken, öte yandan insanların onu ittiği hüsran ve inkisarı sayfalarıma sığdırmak hiddetimi büsbütün arttırırdı. Ufukta yine bir saadet yoktu.

Yalnız bir gün gözlerinde o vakte kadar görmemiş olduğum bir heyecan parıltısı doğdu. Siması ışıl ışıldı. Dudaklarında mutluluk ve ümidin izleri asılı duruyordu. İlk kez bu kadar mutlu açıyordu kapağımı. Nihayet beklediği mutluluğa kavuşmuş bir hali var gibiydi.  Yazmaya başladı. O yazdıkça ben şaşırmaktan alıkoyamadım kendimi.  O vakitler bu sevincin ileride koca bir yasa dönüşeceğini bana söylemiş olsalardı katiyen inanmazdım. Öyle umut doluydu ki ilk kez mutluluktan bahsediyordu bana. Bekleyişinin sona erdiğinden. Keşke biliyor olsaydım. Belki onu uyarabilir ve bu sahte saadete kapılmaması gerektiğini söyleyerek uğrayacağı inkisardan(2) onu sakınmış olurdum. Yapamadım.

Uzun bir müddet eline almadı beni. Biraz tedirgindim doğrusu. Ahvalini bilmiyordum. Bu sükûneti hayra yormak istiyor, mutlu olduğunu umuyordum. Ansızın çıkageldi. Onu daha önce hiç görmediğim bir halde hem de.

Nasıl tarif edilir bilmem ki. Onca hüznüne tanık oldum da böylesine hiç rastlamamıştım o ana değin. Yanıma adeta virane bir halde geldi. Yağmalanmış bir hazine gibiydi. Önceleri yakamoz gibi parlayan yüzünde ümitten zerre eser kalmamış, sanki ruhu bedenini terk edip firar etmişti. Öyle boş gözlerle bana bakıyordu. Yazmak istiyor fakat eli kaleme bir türlü varmıyordu. İlk kez acısını nasıl tasvir edeceğini o da bilmiyordu sanırım. Bir yandan da sicim gibi yaşları üzerime düşüyor, ağlamaktan yazamıyordu bile. Ruhunun taşıyamadığı o yükü bana yükleyerek bir nebze de olsa hafiflemeye çalışıyordu besbelli. ”Ver bana diyordum, hepsini bana yükle, yeter ki bu kederden sıyrıl”. O yazdıkça içimde derin bir öfke doğdu.  Artık onun hüzünlerine değil saadetine tanıklık etmek istiyordum. Bu seferki ıstırabı diğerlerine hiç benzemiyordu. Pek müstesna(3) bir hali vardı. Hep sevdikleri yaralardı onu. Ama ilk kez kederinin onu tarifsiz hallere sürüklediğini görünce ona bunu yaşatmış olanı birçok kişiden daha çok sevmiş olduğunu bu halinden anlamış bulunuyordum.  Böyle birinin sevgisine mazhar olmak ve onu bu hale koymak… Ne kadar da bayağıca. Ben basit bir defter iken onun kadim dostu olarak anlam kazanmıştım. Demek kimileri de onun verdiği kıymete layık olamayacak kadar acizdi. Tam da bu anda dile gelerek ona teselli vermeyi her şeyden çok istedim. Yazdı, yazdı ve yazdı. Durmaksızın. Belki de sayfalarca. Satırlardan hiddetle çağlayan bir şelale edasıyla aynı anda inkisar, öfke, nefret ve hüsran dökülüyordu. Tuvaline hiç sürmediği renkleri fırlatmış, bin bir renk birbirine karışmış ve ortaya dehşetengiz bir tablo çıkmıştı. İlk kez cansız bir nesne olduğuma bu kadar hayıflandım. Öyle olmasaydım ona bu acının da geçeceğini söyleyebilirdim. Kimsenin onu anlamadığını sanıyordu fakat ben, onun keder günlüğü, acısına bizzat tanık oluyor ve anlıyorum. Kuvvetle inanıyorum ki bir gün bekleyişi ona yaraşır görkemli bir vuslat ile son bulacaktır. Gözlerinin yeniden parlayarak beni aydınlatacağı, koskoca tebessümleriyle bana koşacağı günleri beklemekteyim. O birini bekliyor, ben onun mesut günlerini. Ümitle beklemekten hiç vazgeçmemek gerek. Ümitle beklemeyi, inanmayı ve sabretmeyi ben ondan öğrendim. Vazgeçmeye de niyetim yok. Taşıdığım kederleri bırakıp bir gün onun hakiki saadetine ev sahipliği yapacağıma inanmaktayım. Taşımaktan yorulduğum için değil, bilakis artık onun mutlu hallerine tanıklık etmek istediğim için.

Velhasıl-ı kelam ” İnanmaktan vazgeçmeyin. O gemi bir gün gelecek! ”

* Mihnet: üzüntü, keder, elem

* İhtiva: İçine alma, bulundurma

*İnkisar: Gücenme, kalp kırılması

* Müstesna: Farklı olan

Bir cevap yazın