Mutluluğu Arama Hakkı Üzerine Bir Deneme

Okuyucuya not: Bu yazıda, diğer yazılarımın aksine hukuki ya da bilimsel incelemeye varacak boyutlarda incelemelerde bulunulmamıştır. Daha çok mental kaygılar üzerinden yol alınmıştır. Bu tür bir inceleme de yapmak isteyen okuyucular yazı sonunda vereceğim makaleden yararlanabilir.

Anormal olmayacak bir şekilde bu hak ilk kez işitildiğinde insanların kafasında soru işaretleri belirmeye başlıyor. Bu sorular söz konusu bu hakkı kavrayamamaktan ziyade bu hakkın nasıl var olabileceği, denetiminin ya da uygulamasının nasıl yapılacağı gibi sorulardan kaynaklanmakta. Fakat kanımca bu hakkın hukuksal boyutu irdelenmeden önce hakka vücut veren kelime yani ‘mutluluk’ kavramının irdelenmesi gerekir. Biz yine de toparlayarak bir giriş yapalım.

Mutluluğu Arama Hakkı

1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi koşulsuz bir şekilde döneminin en önemli belgelerinden olmakla birlikte içinde bulunduğumuz modern zamanlarda da önemini yitirmiş değil. Hala belirli kesimlerce temel referans noktası ya da baz alınan bir dayanak veya karşı argüman türetilecek bir hedef tahtası olarak da kullanılabilmekte. Bir önceki yazım olan “İnsan Haklarının Amerika Serüveni”nde de incelediğimiz bu metin Amerikan devrimi ve bağımsızlığının vücut bulmuş halidir ve hemen herkes tarafından bir kez dahi olsa işitilmiştir.

Bu metni önemli kılan sebepleri bahsettiğim yazıda az çok incelemiştik. Bu bildirgenin ikinci paragrafı “tüm insanların eşit yaratıldığı” ve “yaratıcıları tarafından onlara bahşedilen devredilemez hakların” kabulü ile başlar. Sonrasında ise üç temel hak sayılır. İkisine pek hakimiz; “yaşam” ve “özgürlük”. Ardından gelen ve bu iki kutsal saydığımız hak ile anılan ise “mutluluğu arama hakkı”dır.

Mutluluk ile ilgili sorular sormadan önce burada üstüne basılması gereken bir nokta daha var. Önemle belirtilmeli ki bildirgede yer alan bu hak “mutluluk hakkı” değil “mutluluğu arama hakkı”dır. Ne farkı var diyebilirsiniz. Devlete pozitif ya da negatif yükümlülük yaratması açısından bir fark bulunmakla birlikte bu oldukça derin bir konu. Şöyle özetleyebiliriz ki mutluluk bir hak olur ise bizi mutlu etmek devletin bir göreviymiş gibisinden bir algı -gayet haklı bir biçimde- oluşabilir. Oysa burada bahsedilen; mutlu olmamızın, mutluluğa giden yolumuzun üzerinde yönetici erklerin hiçbir şekilde rol almaması, bulunmaması ile ilgilidir.

Mutluluk?

Bahsettiğimiz bu hakkın tanımlamasını en azından bir fikir oluşturabilecek seviyede yaptığımız kanısındayım. Şimdi ise asıl iplerin çözüldüğü yere, bu hakkın temel meselesi olan ‘mutluluk’ kavramını açmamız gerekmekte. Fakat belirtmeliyim ki bu kadar öznel ve büyük anlamda mental olan bu kavramın tanımlanması üzerine ne kadar çok insan konuşur ise o kadar farklı fikir çıkacaktır. Bundan dolayı yazacağım şeyler ise çok büyük oranda incelemekten ziyade kendi görüşlerim olacak ve sorgulama biçiminde ilerlemeye çalışacağım. Çok yüksek ihtimalle kendi sorduğum sorulara bile yanıt veremeyeceğim ve sorular her zaman cevaplardan en az bir fazla gelecek.

Mutluluk tanımı çağlar boyunca sayısız düşünür tarafından tanımlanmaya çalışılmış bir kavram. Doğası gereği de iki kişinin bile üzerinde mutabık olabileceği bir tanım yaratmak zor. Örneğin Mill’e göre mutluluk “en yüksek iyi”, Aristotales’e göre bir his ya da durumdan ziyade erdem ve ahlak ile yer alan ve ahlaklı ve erdemli davranışların bir getirisi olan “yaşam tarzı”, Kierkegaard’a göre “anın tadını çıkarmak”, Epikuros’a göre ise haz ile ilişkilendirilen bir kavram olarak tanımlanmıştır.

Tabii ki bu tanımlamalar sonsuza kadar böyle sıralanabilir. Çeşitliliği ve birbirinden ayrılığı görebilmek için bu tanımlar yeterli olmuştur diye düşünüyorum.

Metnin yazarı Jefferson da bu konu üzerine çokça çalışmalarda bulunmuş, özellikle Epikuros penceresinden inceleyerek düşünürün görüşlerini anlamaya çalışmıştır. Yazdığı mektuplardan birisinde Epikuros’un mutluluk kavramını şu önermeler ile pekiştirir:


Mutluluk yaşamın amacıdır
Erdem mutluluğun temelidir
Fayda erdemin ölçütüdür

Jefferson’un bu dizelerine bakacak olursak fayda ilk adımdır. Lafı daha da uzatmamak için şöyle özetlenebilir: ne kadar çok fayda, o kadar fazla mutluluk. Burada fayda kavramını tanımlamak gerekir ki bu konuda Mill’e dayanılabilir. Ona göre fayda ilkesi “eylemleri haz sağladıkları oranda doğru-iyi, acıya neden oldukları oranda yanlış-kötü olarak kabul eden ilke” dir.

Acıyı Azaltmak, Hazzı Çoğaltmak

Jefferson özetlerinde haz kavramını iki türe indirger. Bunlardan birisi “aktif haz”, diğeri ise “pasif haz” dır. Pasif haz acının yokluğudur ve gerçek mutluluktur. Aktif haz ise, fiziksel ve zihinsel anlamda keyif veren (agreeable) hareketi içerir.[1]

Örneğin “canımızın sıkılmasını” bir acı olarak ele alalım. Eğer o gün arkadaşlarımızla canımız sıkıldığı için dışarı çıkar, birkaç kadeh içer ve eğlenirsek bu aktif hazdır; gerçek mutluluk değil, onu üreten bir araçtır. Fakat canımız sıkılmaz ise bu acının yokluğudur yani pasif bir durumdur, gerçek mutluluktur.

Bu noktada aslında çeşitli çözümlemelere ulaşılabiliyor. Biz mutluluğa sadece hazzımızı çoğaltarak ulaşamıyoruz, acıyı azaltmamız gerekiyor. Bugüne kadar genelde Epikuros felsefesi “hazzı çoğaltmak” olarak tanımlanarak hazcı bir kılıfta irdelenmekteydi. Aslında burada amacın hazzı çoğaltmak değil, acıyı azaltmak olduğu sonucuna ulaşıyoruz.

Bireysel ve Toplumsal Düzeyde Fayda

Yine bu konuda da çeşitli önermeler bulunmakta. Jefferson’a göre “bireysel iyi, mutluluğun sağlanmasına katkı sağlayan bir faktör olmasına rağmen, onun asıl işlevi daha büyük bir kamusal mutluluğa hizmet etmektir”[2] (Golden ve Golden 2002, 28) Yani ona göre mutluluğun iki aşaması vardır diyebiliriz. İlk aşama bireysel mutluluktur. İnsan, hazzı çoğaltarak veyahut acıyı azaltarak, erdem ve adalet duygusunu pekiştirerek ya da bu şekildeki sayısız yollarla mutluluğa ulaşabilir. Ancak bu ilk aşama, aslında ikinci aşamaya hizmet eder. İnsanın özel alandaki mutluluğu, kamusal mutluluk olmadan hiçbir işe yaramayacak düzeye gelebilir. Kamusal mutluluk ise kamuyu oluşturan mutlu bireylerden mi geçer? Bu soru sorulabilir.

Bireysel faydanın toplumsal faydalardan daha önemli bir noktada tutulması taraftarıysam da bu iki aşamalı mutluluk fikrini de yabana atmamak gerekir. Ters açıdan düşünmek gerekirse, kamusal alana bunu yansıtamayacak ya da rahat edemeyeceği bir kamusal alanda var olan bireyin çoğaltacağı haz ya da azaltacağı acı ne kadar kalıcı olacaktır? Şüphesiz ki hazzı çoğaltmaktan ya da acıyı azaltmaktan, genel olarak mutluluğa ulaşmaktan bahsediyorsak bunun kalıcı olması da düşüncelerimiz arasındaki hiyerarşide yerini edinmelidir.

Sonuç olarak “mutluluğu arama hakkı” nı yukarda da değinildiği gibi devletin ya da yönetici erkin bizim mutlu olmamızı sağlamakla yükümlü kılan bir haktan ziyade, insanı felsefi olarak yönlenmesini sağlayan ve yönetici erkin bu yolda bireyin önüne geçmesini engelleyen bir hak olarak yorumlanması daha doğru olacaktır.

Günümüzde tanımladığımız çoğu hak maddi, fizikseldir. İşkence yasağı, yaşama hakkı, mülkiyet hakkı ve benzeri diğer temel ya da ikincil haklar bunlara örnektir. Fakat bu hak alışılagelmişin dışında soyut ve kişinin iç dünyasıyla ilgili bir haktır. Buna rağmen söz konusu hak döneminde güçlü ses getirmiş, 1776 Virginia Haklar Bildirgesinde “mutluluk ve güvenlik arama ve kazanma olanağı” şeklinde zikredilmiş ve eyalet anayasalarının büyük bir kısmında da çeşitli şekillerde kendini göstermiştir.

Konuyla ilgili şu makaleden daha derin ve detaylı analizlere ve çözümlemelere ulaşılabilir: https://kutuphane.dogus.edu.tr/mvt/pdf.php


[1] Görkem Birinci; Mutluluğun Peşinde Olma Hakkı Acaba Nedir?, Atılım Sosyal Bilimler Dergisi 4 (2), s.6

[2] Görkem Birinci; a.g.e. s.23

1 Yorum

  1. hep beraber olmak istiyeceğiz, hayatı sevicez. planlar yapıcaz, hep hayatta kalalım istiyeceğiz.

Bir cevap yazın