
Mülkiyet
Mülkiyet hakkı, özellikle kapitalist nizamı benimseyen toplumlarda başta üretim araçları olmak üzere her türden nesnenin kullanım ve yararlanma yetkesinin kanunlarca güvence altına alınarak şahıs yahut tüzel kişiliklerin tasarrufuna sunulan bir haktır. Peki bu tanımlamayı olanaklı kılan tarihsel süreç ne şekilde cereyan etmiştir? Bu soruyu yanıtlamak için ilkel komünal toplumlara dokunmak gerekir.
Özel mülkiyetin kurumsallaşması erken neolitik döneme rast gelmektedir. Temel geçim kaynağının avcılık ve toplayıcılık olduğu tarih öncesi dönemlerde; üretim, dağıtım ve bölüşüm ilişkileri kolektif iradenin arzusu doğrultusunda yerine getirilmekteydi. Bu dönemlerde üretim araçlarının yoksunluğu ve iş bölümünden uzak basit iş birliğine dayalı komün bilincinin organize olamaması gibi nedenlerden ötürü üretim artığı yaratılamamıştır. Bu nedenle erken neolitik dönemden öncesi için yerleşik bir özel mülkiyet kavramından bahsetmek mümkün değildir. Ancak evrimsel süreç içerisinde özel mülkiyet olgusunun toplumun kalıtsal yapısına kazınması dünya tarihini önemli ölçüde değiştirmiştir. Nitekim günümüz modern dünyasında insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağını özel mülkiyete bağlayan çeşitli fikir cereyanlarının hüküm sürmesi konunun ciddiyetini doğrulamaktadır. Peki özel mülkiyetin gelişim dinamiği hangi motivasyon yoluyla gerçekleşmiştir?
Sosyolojik evrimin özüne inildiğinde komünal toplumlarda mülkiyet haklarının tanımlı olmayışı toplumsal anlaşmazlıklara neden olmuştur. Anlaşmazlıkların kaosa dönüşmesi statik toplum yapısının mülkiyet ekseninde mobilize olmasına yol açmış ve nihayetinde üretim, dağıtım ve bölüşüm ilişkileri, mülkiyetin tanımlanmasıyla birlikte yeniden düzene kavuşmuştur. Buna karşın mülkiyetin komünal biçimde devam ettiği toplumlar, ıstıfa vetiresinin[1] sonucu olarak tarih sahnesinden silinmiştir. Böylece özel mülkiyet, toplumun genetik kodlarına yansımış ve uzun dönemde birçok yeniliğe ortam hazırlamasıyla birlikte aynı zamanda toplumların adalet çeperinin kazınmasına yol açmıştır.
Özellikle neolitik devrimle birlikte toplumsal koşulların süreç içerisinde farklılaşması ve yaratılan üretim artığının dolaylı emek[2] ile beslenmesi aidiyet bilincinin özel mülkiyet kanalıyla kurumsallaşmasına neden olmuştur. Bu kurumsallaşmanın tetiklenmesi için gerekli olan sınıfsal çatışmalar vuku bulmuştur. Neolitik devrim, tarımsal üretim ilişkileri üzerine bina edilen iktisadi kamu düzenini ortaya çıkarmıştır. Nitekim yerleşik nizama geçilmesi belli başlı kamusal ihtiyaçların gün yüzüne çıkması nedeniyle ilkel komünlerden devletli topluluklara evrimleşmesine neden olmuştur. Böylelikle günümüze özel mülkiyete eğimli toplulukların miras kalması kaçınılmaz hale gelmiştir.
Emeğin Yabancılaşması ve Marksizm’in Çıkmazı
Marx’a göre kapitalist toplumlarda üretim kârlılığının maksimize edilecek şekilde ayarlanması, emeğin meta ile ilişkisini sterilize ederek bireyin kendine ve çevresine yabancılaşmasına yol açacaktır. Böylece meta fetişizminin doğurduğu yabancılaşma kolektif üretim modelinin benimsenmesi sayesinde ortadan kalkacaktır. Ancak kolektif bilincin özel mülkiyeti çapalayarak üretim araçları üzerindeki tasarruf yetkisinin sosyalize edilmesi toplumsal genetiğe aykırıdır. Hiçbir toplum uzun dönemde özel mülkiyeti ortadan kaldıracak biçimde organize olmadığı sürece söz konusu genetik kod değişmeyecektir. Sonuç itibarıyla emeğin yabancılaşması hem kapitalizm hem de komünizmde kaçınılmazdır. Bu durumu aydınlatmak için Milton Friedman’ın “kimin parası kimin için” sorusunu yanıtlamak maksadıyla hazırladığı matris modeline bakmak icap eder.
Kendisi için | Başkası için | |
Kendi emek ve sermayesini | I | II |
Başkasının emek ve sermayesini | III | IV |
- Kendi emek ve sermayesini kendisi için kullanan birey en yüksek verimliliğe odaklıdır. Kârlarını maksimize etmek ve maliyetlerini asgari düzeye indirgemek suretiyle inovatif girişimlerde bulunmaktan çekinmemektedir. Bu durum hem birey açısından hem de toplum açısından en etkin noktadır. Ancak burada kanunların gücü bireyin mülkiyet hakkını güvence altına almalı ve toplumsal adaleti tahrif eden refah bozucu etkenlerden kaçınılmalıdır. Nitekim Adam Smith’in “görünmez el” prensibi burada geçerlidir. Smith’e göre herkes kendisi için iyi olanı yaptığında, bütün toplum refahını maksimize edecektir. Ancak Smith bu ilkeyi öne atarken belli piyasa koşullarının olması gerektiğinin altını çizmektedir. Ayrıca özel mülkiyet kapsamında düşündüğümüzde yukarıda belirttiğimiz üzere bireyin genetik kodları kolektif mülkiyetin kabul edilemeyeceği üzerine evrimleşmiştir. Bu durumun tabii bir sonucu olarak birey kendisi için kendi emek ve sermayesini kullandığında en etkin durum gerçekleşmektedir.
- Kendi emek ve sermayesini başkasının işinde kullanmayı tercih eden birey kendisine yabancılaşma riskiyle karşı karşıya kalır. Nitekim insan varoluşsal bilince, sahip oldukları etmenler üzerinde ussal çıkarımlar yaparak erişmektedir. Bu tür durumlarda birey minimum gayret ve harcamaya önem verir. Ancak söz konusu emek ve sermayenin başkasının işi doğrultusunda organize edilerek imal edilen ürünün kalitesinde bir artış beklenmemelidir.
- Başkasının emek ve sermayesini kendisi için kullanmak üretim süreçlerinin yok sayılmasına yahut gereğinden fazla önemsenmemesine yol açmaktadır. Bu duruma Marksist terminolojiden kapitalist burjuvanın proletarya üzerindeki tahakkümünü örnek vermek mümkündür. Nitekim burjuva kendi emelleri için proletaryanın emeğini sömürme gayreti içerisindedir. Marksist kuram perspektifinden düşündüğümüzde burjuva için proletaryanın refahı çok mühim değildir. Ancak iktisadi doktrinler tarihini göz önüne alarak Marksist sentezin bu konuda hatalı olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim iş gücü verimliliği ile ücretler arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Ücretlerin artması iş gücü verimliliğini arttırır. Ayrıca ücret artışları ek talep yaratacağı için bu durumdan istifade eden yine ekonominin talep yanıyla birlikte arz tarafında bulunan burjuvalar olacaktır. Henry Ford’un fabrikada çalışan işçilerin ücretlerini arttırarak 1920’li yılların başından itibaren imal ettiği ürünlere ek talep yaratması, sık sık tekrarlanan ampirik bir örnektir. Ancak belirtmek gerekir ki, ücret artışı her zaman doğrusal bir sonuç yaratmayacaktır. İnisiyatif sahibi kapitalist burjuvanın mevcut koşulları göz önünde bulundurarak bir karar vermesi gerekir. Nitekim ücretler bir maliyet unsurudur ve kârlılığını arttırmak isteyen rasyonel bir girişimci minimum maliyetlerle üretim sürecine dahil olmak ister. Ayrıca bu durumun komünist manifestonun sık sık dile getirdiği sınıfsal çatışmalar nedeniyle sosyolojik rüşdünü tamamlayamayan kesimlere ciddi zararları olacaktır. Örneğin işçi sınıfının kurumsal kazanımları burjuva tarafından pasifize edildiğinde kaosun önü açılmış olur. Proletarya burjuva sınıfının baskısına dayanamayarak devrimin fitilini ateşler. Bu durumda artık demokratik devrim sonrası sosyalist aşamaya geçmek mümkün olacaktır.
- Başkasının emek ve sermayesini başkası için kullanmak matriste görülen ve en etkin olmayan kısımdır. Nitekim böyle durumlarda maliyetin azaltılması gayreti ortadan kalkacaktır. Keza, kârın maksimize edilmesi için de ortada herhangi bir sebep yoktur. Bu duruma kamu bürokratlarını örnek vermek mümkündür. Ulus bilincinin köreldiği, ilişkilerin rasyonel bir zemin üzerinde değerlendirildiği ve kamu denetleme mekanizmasının yozlaştığı her durumda başkasının emek ve sermayesini başkası için kullanmak en etkin olmayan durum olarak karşımıza çıkacaktır. Hâl böyleyken saydığımız tüm bu durumlar modern toplumların trajedisi olarak varlığını sürdürecektir. Özellikle demokratik olgunluğun içselleştirilmediği, kanun hakimiyetinin tezyif edildiği her koşulda etkinlik kaybı sık sık gündeme getirilecektir.
Özel mülkiyetin dışlandığı ve her türlü üretim aracının sosyalize edildiği komünist toplumlarda kolektif üretim modeli uzun vadede işe yaramayacaktır. Nitekim bu tecrübeyi SSCB’nin yıkılma sürecinde yaşadığı toplumsal kayboluşun izlerini sürerek ortaya çıkarmak mümkündür.
Özel mülkiyetin yoksunluğu mevcut emek ve sermayenin toplumsallaştığı anlamına gelir. Böyle bir durumda birey yalnızca kendisini ilgilendiren durumlarda azami gayreti gösterir. Onun dışında topluma mal edilen sermayenin toplum için kullanılması yeterli bir motivasyon değildir. Teorik iktisat bunu “Free Rider”[3] sorunu kapsamında izah etmektedir. Ayrıca başkasının sermayesini başkası için kullanmak inovasyon dinamiğinin tahrip edilmesine yol açmaktadır. Birey için inovasyon yapmak gereksizdir. Çünkü kendisinin ne istediği değil toplumun neye ihtiyacı olduğu daha mühim addedilir. Bu durumda bireyselleşme ortadan kalkar. Bireycilikten azade bir sistemde, her türlü gelişim ve dönüşüm azmi yok olur.
Sonuç olarak, toplumun doğası özel mülkiyet ilişkisi üzerinde evrimleşmiştir. Hâl böyleyken her türlü üretim aracı bireyin kontrolü altında olmalıdır. Ancak Marksist teorinin öne sürdüğü gerçeklikler göz ardı edilmemelidir. Özel mülkiyet ışığında toplumsal adaletsizliklere mahal vermeyen yeni iktisadi modeller ortaya atılmalıdır. Bunu yaparken toplum mühendisliğinden kaçınmalı ve sosyolojik hakikatlerden ilham alarak Marksist teori revize edilmelidir. Ancak şimdiden belirtmekte fayda vardır ki Marksist teori neredeyse tüm kuramlarını üretim araçlarının sosyalize edilmesi üzerine bina etmiştir. Nitekim bu tür bir revizyon çalışması Marksist teorinin derinden sarsılmasına yol açacaktır.
Not: Marksizm’in revizyona tabi tutulmasına karşı çıkanlarınız olacaktır. Ancak şunu belirtmek gerekir ki Marksizm bir ideoloji değil, aksine bir teoridir ve her türlü teori revizyona açıktır. Tıpkı Lenin ve Stalin’in yaptığı gibi…
[1] Doğal seleksiyon
[2] Üretim araçları
[3] Bedavacılık