Stanhope’un “Geçmişi Düşünürken” Tablosu Üzerine Bir Deneme

Geçmişi düşünen bir çaresizin geleceğe dair söyleyecekleri olmalı değil mi? Hakikaten merak ediyorum, geçmiş geleceği aydınlatan bir fener olabilir mi? İnsan, toplum yahut topluluklar amnezinin verdiği kimlik bunalımından arınmak üzere geçmişin pişmanlıklarla dolu dünyasından heybesine ne alabilir? Ne almalıdır? Belki boştur her bir sualin rehavete taviz veren yanıtları… Öyle ya, sorun yaratan hep geçmiştir. Şimdi ise yaratılan sorunların dayattığı çaresizlik hissini defetmenin vaktidir belki? Geçmişe bakıp hatalardan ders çıkarmanın vakti! Peki ne uğruna: Daha iyi bir gelecek mi? Daha iyi bir insan, daha iyi bir toplum mu? Bu tümceleri hiçbir zaman özümseyemedim, hiçbir zaman içselleştiremedim. Geçmişi, geleceğe yön veremeyecek kadar boş ve anlamsız pişmanlıklardan ibaret buldum çoğunlukla. Beylik kelamlardan öteye gidemeyen, mevcudiyete karşı megaloman edasıyla yaklaşan lafızlardan ibaret buldum. Peri masallarından, mübalağa edilen hatıralardan, üstü kapatılan yanlışlardan, hamaset yontan kabalıklardan hep tiksindim çünkü. Ancak her defasında benzer endişelerin bulanıklığına direnmeden her bir eylemin faili olmaktan da ar duymadım.

Bir varlık, mevcudiyetini teyit etmek üzere bir başka varlığa her daim ihtiyaç duymuştur: Bir aynaya mesela, bir kimlik refleksine, pişmanlıkların yankısına ve daha nicelerine… Bu sebeptendir ki alınan her aksiyon varlığın kimliğini karakterize eden bir cevheri içinde barındırması nedeniyle kuvvetli bir tını bırakır kulaklara. Aynasıyla beraber düşünen bilinç kendisine tanık olduğu vakit aksiyona geçer anlayacağınız. Farkında olmak budur zannımca. Peki kendisine nazar edilen varlık, geçmişin kuru pişmanlıklarından ve tiksintilerinden mürekkep ise ne olacak? Varlık kendisini pişmanlık aynasında görmeye cesaret edebilecek mi?

Esefle iddia ediyorum ki bunu başarabilen bir varlık tahayyül melekemin hududunu aşıyor. Zira insanın kendisine ait çirkinlikleriyle baş başa kalamayacağını onun politik bir varlık olduğu yalanlarıyla ketmetmedik mi[1]? Hani şu “İnsan topluma muhtaçtır” yalanları… Haksız sayılmazlar esasında. Çünkü çirkinliklerin feraseti darlamasından sığınacak bir limandır toplum. Ne zaman kötü bir hatanın neticesinde bunalıma girsek bir dosta ihtiyaç duymaz mıyız? Tuhaftır ki son iki yüzyıldır düşmanlara da ihtiyaç duyar olduk.

Dostuyla düşmanıyla topluma sarılmak isteriz hülasası. Kendi kusurumuzdan kaynaklı çirkinliklerden, hatalardan iltica ettiğimiz afyon misalidir toplum. Öyle bir uyutur ki hatalar katlandığında, acılar mahcubiyeti aştığında, pişmanlıklar öz bilinci sardığında uyandırır ancak. Acıyla yatar, acıyla kalkarız böylece.

İnsanın en büyük trajedisi nedir diye sorsalar; kendisinden kaçarken kendisine yakalanması derim. Çünkü acıyla yoğrulur insanın hamuru. Gözyaşıyla mayalanır. Keşkelerle pişer. Nihayetinde etten öte, kemikten ziyade bir cüsse çıkar huzura. Böylece insan, insan olur. Ama ne insan! O halde kaçmamalı eylemlerin masumiyet kemiren suçluluk hicabından. Yüzleşmeli onunla. Kendisi, kendisine ayna olmalı. Sonra topluma dönmeli hürriyetini arayan bilinç. Zira önce yurttaş olmalı sonra birey. Tabi aydınlanmayı unutmamalı. Kendi ateşini kendi yakmalı. Yoktur tek bir yol anlayacağınız. Çünkü karanlığın zihne vurduğu prangaları kırmanın tek bir çaresi yoktur. Prometheus’tan bildim, Yusuf’tan, İsa’dan ve Şeytandan edindim bu izlenimi. Bakınız bir kez onlara! Geçmişi ayna kılarak, toplumu kıble yaparak aralamadılar hakikatin perdesini. Ya nasıl? Anı, an içinde temaşa ederek buldular ilahlarını. Evvela topluma teveccüh edip geçmişin kiniyle beslendikleri an kovuldular us cennetinden… Tehir etmeyi bilmek gerekir bazen. 

Stanhope’un “Geçmişi Düşünürken” eseri ne çok şey anlatıyor bizlere esasında. Victoria döneminde sık sık zikredilen hadisedir: Endüstrileşmenin tanıdığı olanaklardan istifade etmek isteyenlerin kırdan kente göç ettiği bir dönemde, bir kadının kentleşmenin baldıran zehrinden kendisini yitirmesine karşı duyduğu nedameti sunuyor bizlere. Bakınız gözlerine! Tanıdık gelmiştir umarım. Gözler aynası olur görmeyi bilenin derler…

Ne o sizde daldınız sanıyorum nedametin kırbacından kıvranan bir kadının feryadına. Gözlerinden mi okudunuz onu? Zira insan, insanı ancak kendinde bulur demedik mi?

“Akan bir nehir yalnızca kendisi için, kendisine doğru, kendisiyle beraber akar.”

Düşünce ve sanatla kalınız…


[1] Üstünü örtmek, gizlemek

Bir cevap yazın