Günümüzün aktüel en iyi dizilerinden biri Succession kuşkusuz. Dizi kurgusal Roy ailesini ve hâkimi oldukları yine kurgusal medya şirketi Waystar’ı anlatmakta; fakat esasında Fox News medya kuruluşunu, sahipleri Murdoch ailesini ve Amerikan sağını zekice taşlayan, komedi unsurları barındıran fakat dramatik öğelerive tansiyonu hiç eksik olmayan bir yapım. Özüne baktığınızda politik bir yapım olarak görünse de karakterlerin psikolojik sergilenmeleri, karmaşık ilişkiler ağını basitçe yansıtması ve fazlasıyla başarılı diyalogları olması bakımından “Shakespeareyen” bir drama olarak değerlendiriliyor. Ayrıca Nicholas Britell imzalı film müzikleri ayrı şahane.
Başta jenerik müziği olmak üzere dizinin müziklerini dinlediğinizde, kendinizi çok önemli işlerle uğraşan takım elbiseli bir kodaman gibi hissediyorsunuz. Müziklerin dizi içindeki zamanlamaları ve anlatım akışına harika şekilde uyum göstermeleri de cabası. Fikrimce Succession; The Wire, Breaking Bad ve Game of Thrones gibi devlerle birlikte anılmayı hak edecek kalitede.

Başrolde gözümüze çarpan en önemli isim İngiliz tiyatrolarında Kral Lear’ı canlandırmış ve Shakespeare’i ciddi bir şekilde okumuş olan veteran aktör Brian Cox. Kendisini Manhunter ve Churchill filmlerinden ve yan rollerde yer aldığı Truva ve Cesur Yürek filmlerinden hatırlayabilirsiniz. Canlandırdığı Logan karakterine çok ayar olsanız da oyunculuğu muhteşem.
Diğer yıldız isimse Jeremy Strong. The Gentlemen, The Big Short ve Şikago Yedilisi’nin Yargılanması gibi sıkı yapımlarda yan rollerde boy göstermişti. Başrol olarak parlaması Succession’a nasip oldu. Oynadığı kibirli fakat psikolojik olarak oldukça kırılgan Kendall karakteri ikinci sezonda ilk sezona göre daha geri planda yer alsa da oyunculuğu sezon boyu şahaneydi ve haliyle Emmy En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü aldı. Bu kategoride aynı dizide yer aldığı Brian Cox’ı devirmesi de oyunculuğunun ne kadar gelişmiş olduğunu gösteriyor. Üçüncü sezonda da özellikle belirli sahnelerde oyunculuğuyla resmen döktürdü.
Dizinin ilk bölümünden itibaren kendini gösteren ve ilerleyen sezonlarda dizinin ana motifini oluşturan bir halefiyet ve iktidar kavgası göze çarpmakta. Medya kodamanı Logan Roy (Evet, senin taklidinden bahsediyorum Rupert Murdoch.), emekliliğin arifesinde izlenimini vermektedir. Çocuklarıysa babalarının yerini almak için ellerinden geleni ardına koymaz. Bağnaz, inatçı ve güç manyağı bir baba ve beceriksiz, şımarık ve güvenilmez çocukları. Aileden daha çok birbirinin kuyusunu kazan insanların yığını Roy Ailesi. Succession da bize bu ailevi ve kurumsal çekişmeleri anlatıyor.
Diziyi yeterince yağladığıma göre, sansasyonel sezon finaline geçebilirim. Buradan ötesi 3. sezon finali değerlendirmesi olacak, o yüzden spoiler uyarısı vermeye pek gerek duymuyorum.

Dizinin bu sezonu genel olarak çok iyi değildi, en azından vaat ettiği heyecanı yansıtamadı. Çok durağan bölümler oldu, bazen izlemekten sıkıldığımı hatırlıyorum. Fakat son iki bölüm, özellikle sezon finali harika oldu. Dizinin en vurucu sahnelerinden biri evlatlarla babanın yüzleşmesiydi ve bir nevi dizideki en büyük kabuk değişimini bize müjdelemiş oldu.
Bu sezonda diziye katılan Adrien Brody ve Alexander Skarsgård, dizinin dramasına ve kalitesine pozitif katkılar sağladılar. Brody’nın ifadeci ve Skarsgård’ın donuk oyunculukları diziye renk kattı ve artık Succession’ın çok daha göz önünde bir yapım olduğu bizlere kanıtlanmış oldu.
3. sezonda çekişmeli bir akış izledik. 2. sezon finalinde, Kendall’ın kendisini resmen hapse yollayan babasını yaptığı basın açıklamasıyla ters köşe ederek gelecek sezonun ana meselesinin ne hakkında olacağını ilan ettiğine şahit olmuştuk. Bu sezonda Kendall, babasını alt etmek için her ne kadar elinden geleni yapsa da her bölümde adım adım çöküşünü izledi. Bunda kardeşlerinin kendi çıkarlarını önceleyip, konformizme teslim olup Kendall’ın safına katılmayı reddetmelerinin, böylece Kendall’ın bütün yükü tek başına göğüslemek zorunda kalmasının, Kendall’ın avukatlarına babasına yoğunlaşmalarını söyleyip işlenen suçlardaki kendi payını gizletince davasının hukuki kudretinin zayıflamasının ve Kendall’ın karakter olarak duygusal zafiyetler göstermesinin payı var. Kendall her geçen bölüm eridikçe, Logan’ın yeniden kazandığına şahitlik ediyoruz. Sekizinci bölümde, mozarella sofrasında aralarında geçen diyalogda da bunun ilanını gördük. Kendall’ın itirafı ve savaşı bitirdiğini söylemesi, Logan’ın aşağılaması ve alıştığımız repliği “S*ktir Git”i söylemesiyle baba-oğul savaşında babanın ezici zaferi somutlaştı.

Bu sezonun en büyük eksiklerinden biri; Kendall’ın İngiltere’deki garsonun ölümündeki payının hiç gündeme gelmemesi ve Logan tarafından hiç kullanılmamasıydı. İlk sezonda babasını indirmeye çalışan Kendall’ın gardını düşüren bu ölüm -belki cinayet de diyebilirsiniz- Logan’ın oğlunu ehlileştirmesine neden olmuştu. 3. sezonda yeniden karşı karşıya gelmeleri, bu olayın su yüzüne çıkması konusunda umutlandırsa da bu olmadı. İngiltere’deki olay sezon biterken Kendall’ın yaşadığı duygusal çöküşte bunun zikredilmesi ve Shiv’le Roman’ın bunu öğrenmesiyle sınırlı kaldı. Ki bu kasti yapılmış olabilir; zira bu olayın gündeme gelmesi, sezonun ana unsurunu oluşturan Kendall’ın mücadelesine en başından balta vuracaktı. Dizinin iyiliği için bu gerçeğin göz ardı edilmesi, belki de normal.
Tom’un aile içinde hapse gidecek kişi olmaya gönüllü olması fakat buna o kadar da gönlünün olmaması ve korkması dizinin komedik ve dramatik unsurlarının bir kısmını oluşturdu. Shiv’in, eşinin bu korkularına karşı sahte bir duyarlılık takınması ve o kadar da ilgilenmemesi aslında evliliklerinin bir nevi özeti gibiydi.
Ailenin sadık ve şımarık köpeği Roman, bu sezon da bildiğimiz gibiydi elbette final hariç. İçten içe Kendall’ı sevmediğini bildiğimiz Roman, bu sezonda da cıvıklığını ve babasının yancılığını sürdürdü. Logan’ın ona daha çok güvenip Matsson görüşmesini ona vermesi Roman’a artık biraz daha güvendiği izlenimini vermiş olsa da üçlü görüşmede Roman’ı erkenden eve yollaması ve dizi finalinde Roman’ın da üzerini çizmesi, Logan’ın Roman’a olan bakışını pek değiştirmediğini sergiledi. Kaldı ki final sahnesinde Roman’a diğer kardeşlerini dışarıya çıkarmasını emretmesiyse ona hâlâ emir kulu, hatta köpek muamelesi yaptığını gösteriyor. 4. sezondaki en büyük karakter dönüşümü, bu yüzden Roman’da olacaktır: Üç sezon boyunca babasının yanından ayrılmayan Roman, şirketin değişen yapısı ve babasının kendisine yönelik tavrı nedeniyle artık asi Kendall’la beraber aynı safta yer alacak, her ne kadar bunu istemese de. İstememesini; üçlünün babalarının yanına giderken Roman’ın durumu kabullenememesinden, sesinin titremesinden ve gözlerinin dolmasından anlıyoruz.
Roman’ın ayrıca Gerri’ye hadsizce sulanması, hatta bunun artık tacize varması mide bulandırıcı bir detay. Toplantı sırasında Gerri’ye yollayacağı penis fotosunu yanlışlıkla babasına yollaması ve tacizinin artık gün yüzüne çıkması, seyirciler açısından Roman’ın cezalandırılabileceği heyecanını doğursa da bu olayın üstüne gidilmemesi bize kurumsal dünyanın gerçekliğini tokat gibi yapıştırdı. Shiv’in hemcinsi Gerri’yi dinlemesi, fakat bunu içtenlikle değil formalite icabı yapması da kurumsal şirketlerdeki taciz olaylarının nasıl örtbas edildiğini gösterdi. Kaldı ki Logan’ı ve Waystar’ı çok zor duruma düşüren “yat” olayı da bizzat bir taciz olayı değil miydi?

Succession karakterlerinin hepsi çok kötü, hatta biraz avam bir tabirle “leş”. Her geçtiğimiz sezon seviyelerinin ne kadar daha düştüğüne tanık oluyoruz. Aralarından en iyisi denebilecek -kötünün nispeten en iyisi- Greg’in de bu sezon aşırı bir özgüven edinerek nasıl birine dönüştüğüne şahit oluyoruz. Öyle ki Tom’un kendine yönelik kasıntı hallerini bile bastırabilecek seviyeye gelmesi artık Greg’in de resmen bir Roy ailesi üyesi olduğunu gösterdi bize. Bu ailede hiç kimse iyi değil, bütün bu kötüler arasında hayatta kalmak için güçlü ve sinsi olmalısınız.
Bütün evlatlarının çapsız ve kötü karakterli olduğunun farkında olan Logan, yönetimi hiçbirine devredemeyeceğinin farkında olarak şirketi Matsson’a devretti ve satıştan elde ettiği milyarları cebine koydu. Son sahnede babalarıyla yüzleşen üç evlat, babaları tarafından terslenerek yenildiklerini ve artık Waystar’ın ellerinden kayıp gittiğini acı bir şekilde kabul ettiler. Zira müstakbel yönetim kurulu başkanı Matsson nepotizme mahal vermeyecek kadar akıllı ve kurnaz bir adam ve tek vasıfları kurucu patronun çocukları olmaları olan bu üçlüye (belki Connor’la dört) şirkette, tabiri caizse zırnık koklatmayacaktır.
Bu üç aciz kardeşin yenilgileri pek çok izleyicinin hoşuna gitse de Logan gibi bir iblisin zaferi de pek tatmin edici değil doğrusu. İtalya’da annelerinin Shiv’e “Çocuk doğuracağıma köpek sahiplenseymişim.” demesi de aslında Logan’la Caroline’ın ne kadar berbat bir ebeveyn olduğunu ve bunun çocuklarının karakter gelişimine ne kadar olumsuz etki ettiğinin farkına varıyoruz.

3. sezonun finali, aslında dizinin 3. sezon afişindeki sağlı sollu saf dizilişinin tesadüfî olmadığını ve yeni sezonda tarafların nasıl şekilleneceğini bize önceden göstermiş: Kendall, Shiv, Roman ve Connor, yani Roy kardeşler bir tarafta; Logan, Tom ve kuzen Greg diğer tarafta.

4. sezonu belirleyecek tema, bu iki hizbin savaşı olacak. Waystar’ın yeni devriyle birlikte Lukas Matsson karakterini oynayan Alexander Skarsgård’ı da yeni sezonda göreceğiz gibi, ki bu dizinin hayranları için oldukça iyi bir haber.