
Futbol o kadar güzel bir oyun ki, yeşil sahada yapılan her hareketin izleyici üzerindeki etkisi farklı olabiliyor. Zekâ kokan bir pas, zımba gibi bir şut, gözlerin pasını silen bir topuk hareketi sahadaki oyunun seyir zevkini zenginleştirebiliyor. Futbolda bunlar gibi eylemleri değerlendirmek için pek çok kıstas mevcut. Ahlakilik pek olağan olmasa da bunlardan biri olabiliyor. 21 Kasım 1973’te Şili’nin başkenti Santiago’da olağandışı bir gol atıldı. Hem de sahada olmayan bir rakibe karşı. Bu tuhaf ve utanç verici golün hikayesiyse biraz uzun ve oldukça politik.
Takvimler 4 Kasım 1970’i gösterdiğinde Şili adına değişim rüzgarları esmeye başlıyordu. Salvador Allende, ülkenin devlet başkanı olarak seçilmişti. Seçilen ismin kendisinin olmasının farklı bir önemi vardı, zira Güney Amerika’da ilk defa sosyalist görüşlü bir lider iktidara geliyordu. Kimileri için bu, kızıl dalganın kıtaya sıçraması endişesini taşırken kimileri için refah dolu gelecek günlere delalet ediyordu. Allende’nin iktidara gelmesi, insanlar arasında pek çok farklı hissiyatı harekete geçirmişti. Ta ki 11 Eylül 1973’e kadar.
CIA destekli olduğu iddia edilen bir askeri darbeyle Allende koltuğundan indirilmiş, yerine ordu generallerinden sağ görüşlü Augusto Pinochet geçmişti. O kanlı günde Allende ve kabinesinden pek çok isim, müdahaleye direnirken öldürüldüler. Şili sadece üç sene önce kıtada siyaseten yeni bir soluk getirmişken her şey altüst olmuştu. 1988’de hayır oyunun çoğunluğuyla sonuçlanan referanduma kadar 15 yıl sürecek Pinochet önderliğindeki acımasız cunta artık ülkede söz sahibiydi.
Darbe, Şili Milli Takımı’nda da yankı buldu. O gün Sovyetler maçında giyilecek formaları görmek için tesislere gelen oyunculara darbe yapıldığının haberi verilmişti. Dışarıyı izleyen futbolcular vahim manzaraya şahit oldu: Caddelerde gezinen tanklar ve askeri piyadeler, havada dolaşan ve hükümet konağı La Moneda’yı bombalayan Hawker uçakları. Olanlar epey ciddiydi. Ve bu durumdan çok geçmeden kendileri de etkilenecekti.
Allende’nin zamanında yakından ilgi gösterdiği Milli Takım, 1974’te Batı Almanya’da gerçekleşecek Dünya Kupası için iki ayaklı bir playoff (ön eleme) müsabakası oynayacaktı. Dönemin kupa prosedürüne göre, Avrupa’dan bir milli takımla Güney Amerika’dan bir milli takımın karşılaşması icap ediyordu. Güney Amerika’dan Şili’nin rakibi, talihin bir cilvesi olacak ki Sovyetler Birliği olmuştu.
Sovyet hükümeti, şaşırtıcı olmayacak bir biçimde Şili’yle bütün diplomatik ilişkilerini kesmişti. Darbeden iki hafta sonra Moskova’da playoff ‘un ilk ayağı oynanacaktı. Gidip gitmeme konusunda belirsiz bir ortam varken Pinochet, ülkesinin ve yeni kurulan hükümetinin reklamını yapmak için futbolun güzel bir imkân olduğuna inanıyordu ve takımın Moskova’ya uçmasını emretti. Rusya’ya varan Şili kafilesi, oldukça soğuk bir şekilde, düşmanca karşılandı. Oluşacak gerginliğin perçinlenmemesi adına Merkezi Lenin (Luzhniki stadyumunun o dönemki adı) Stadyumu’na hiçbir basın mensubu ve kameraman alınmadı. Maç 0-0 golsüz eşitlikle sona erdi.
Asıl drama bununla sınırlı değildi. Rövanş maçının 21 Kasım’da başkent Santiago’daki Estadio Nacional’de oynanması planlanıyordu. Sovyet heyeti bu duruma itiraz etti; mevzubahis stadyuma politik mahkumların doldurulduğunu, işkenceden geçirildiklerini ve toplu halde öldürüldüklerini iddia etti. İnsan haklarının ihlal edildiği bu yeşil sahaya çıkmak istemiyorlardı ve FIFA’dan rövanş müsabakasının başka bir ülkede, tarafsız bir sahada oynanmasını talep ettiler. Asıl trajik olansa, bu iddianın yalan olmamasıydı. Estadio Nacional, yeni cunta rejiminin vahşetlerine ev sahipliği yapmaktaydı.
Ülkedeki pek çok solcu, entelektüel, genç birey; rejim tarafından herhangi bir hukukî sürece tabi tutulmayarak stadyuma doldurulmuştu. Tribünlere doldurulan, yeşil sahanın ortasına getirilen yüzlerce insan seri şekilde infaz ediliyordu.
Sovyet Rusya’nın talebini dikkate alan FIFA, sahayı denetleyip iddiaların doğru olup olmadığını görmek için Zürih’ten bir teftiş heyeti gönderdi. Stadın içini gezen heyet, iddiaları doğrulayacak bir bulguya rastlamamıştı: Statta hiçbir politik mahkûm görülmediği gibi saha standartları da FIFA’nınkilere uyuyordu. Heyet Zürih’e döndü ve statta müsabakanın yapılabileceğini belirten bir rapor hazırladı. Stattaki mahkumların saklanıldığını tahmin etmek zor değildi. Onları gizlemek için stadyum dışına çıkarmaya dahi ihtiyaç duyulmamıştı: Stadyumun ara yerlerine doldurulan mahkumların, askerlerce onlara doğrultulan namlularla suskunlukları sağlanmış; herhangi bir “tatsızlık” çıkmasının böylece önüne geçilmişti.
FIFA, Nacional’de maçın oynanabileceğine yönelik karar verdi. Sovyetler’in ise geri adım atmaya hiç niyeti yoktu: Rövanş karşılaşmasını boykot edeceklerini ve takımın Santiago’ya gitmeyeceğini, dolayısıyla maça çıkmayacağını duyurdu. Bu haber, Şili’nin 2-0 hükmen galip gelerek Federal Almanya’daki Dünya Kupası’na gideceği anlamına geliyordu. Şili halkı gibi Milli Takım da epey sevinçliydi. İdmanlarına devam ettiler. Prosedür gereği FIFA hakem heyetini Şili’ye gönderdi. Maçtan bir gün önce Sovyet milli takımı ülkeye ayak basmasa da Şili’nin planlarında farklı bir gösteri vardı.
Ertesi gün Estadio Nacional çimlerinde Şili ekibi tam kadro sahadaydı. 15000 kişinin doldurduğu tribünlerin önünde Şili Milli Takımı ulusal marşlarını okuyup seyircileri selamladılar. Sahada Rus takımından hiçbir iz olmadığı için ne olacağı merakla bekleniyordu. Avusturyalı hakem Erich Linemayr başlama düdüğünü çaldığı gibi Şilili oyuncular aralarında paslaşarak bomboş olan rakip kaleye hücum etmeye başladılar. Topu boş kaleye yuvarlayıp sevindiler ve yeniden tribünlere selam verdiler. FIFA ve Şili askerî hükümetinin tertiplediği bu saçma ve rezil teatral gösteriye iştirak etmeyip hareket etmeyen sadece iki oyuncu vardı: Carlos Caszely ve Leonardo Velíz. İkisinin de ortak özellikleri mevcuttu: İkisi de sol görüşlüydü, Allende taraftarıydı ve bu gösteriye dahil olmayı reddetmişlerdi.
Leonardo Velíz, yüzünden gülümsemeyi eksik etmeyen neşeli bir orta saha oyuncusu olmasının yanında Allende hayranlığını gizlemiyordu. Allende devlet başkanıyken Milli Takım’la beraber çekilen hatıra fotoğrafında başkanın yanında poz vermek için upuzun bir depar attığını büyük bir gururla anlatıyordu. Ve o maç günündeki şaşkınlığını ve öfkesini “Bizi kullanan totaliter sistemin bir kuklası olduğumu hissettim.” diyerek ifade ediyor. Daha sonrasında verdiği bir demeçle, o günlerde yaşadığı hislerini çok net özetliyordu: “Şili’nin renklerini savunmak bir taraftan büyük keyif, diğer taraftan ise büyük bir acı ve ıstırap veriyordu. Çünkü o forma çok fazla kan dökmüş bir hükümeti temsil ediyordu. Kırmızı kan, tıpkı formamızın rengi gibi.” En büyük acıyı yaşayan isimse kendisi değildi.
Takımın yıldız forveti Carlos Caszely, Velíz’den daha sert bir duruşa sahipti. Dünya Kupası’na gitmeden önce annesi Şilili askerlerce alıkonulmuş ve istismar edilmişti. Vücudunda sigara söndürülerek oğluna verilmek istenen mesaj netti: Batı Almanya’da sessiz kalması için bir gözdağı. Zira Velíz’in çekingenliği onda yoktu. Dünya Kupası’na gitmeden önce kafileyi ziyaret eden Başkan Pinochet’nin elini sıkmayı reddetmişti. Böylece Caszely, bir diktatörü yok sayan ilk sporcu olarak tarihe geçti.
Şili güle oynaya gittiği turnuvadan galibiyet alamadan gruplarda elendi (2 beraberlik 1 mağlubiyet). O sıralar dünya futboluna yeni sokulan ve Dünya Kupası’nda yürürlüğe giren sarı ve kırmızı kart uygulamasının ilk örneği oldular: Şilili bir oyuncu, Batı Almanya’yla yapılan açılış müsabakasında Türk hakem Doğan Babacan tarafından kırmızı kartla oyundan atıldı. O ismi tahmin etmek zor değil: Muhtemelen aklı Şili’de, annesinde olan Carlos Caszely.
Şili, 1974 Dünya Kupası’nda başarılı olamadığı gibi katılmalarına giden yolda gösterdiği onursuz ve dürüstlükten uzak duruşuyla tarihte yerini aldı.