Türkiye’de Burjuva Demokratik Devrimi Tartışması

Bir devrimin mahiyeti, devrime öncülük eden otoritenin sınıfsal kimliği, ideolojisi ve geleceğe dönük amaçları tarafından şekillenir. Tarihsel düzlemde farklı ulusların devrimsel dönüşümleri dikkate alındığında müşterek bir gidişattan söz etmek mümkün değildir. Nitekim farklı dönemlerde kapitalist yapılanmanın koşulları ekseninde cereyan eden burjuva demokratik devrimleri dikkate alındığında nitelik itibariyle en az iki temel farklılaşmadan söz edilebilir. İlk tip devrimler kapitalizmin erken olgunlaştığı; rasyonalist, bilimsel, laik ve giderek profan hale gelen dönüşümler ekseninde burjuvazi ve proleter halk örgütlerinin tabandan yükselen hareketleridir. İkincil tip devrimler ise kapitalizmin henüz olgunlaşmadığı, geleneksel aristokratik ve feodal yapıların egemenliklerini bölgesel ölçekte yürüttüğü ve tavandan tabana doğru yayılan devrimlerdir. İkincil tip devrimler, ilkinden farklı olarak toplumsal tabanın yeterince olgunlaşmadığı ve burjuvaziye mahsus sınıfsal ideolojiler dışında “iktisadi” açıdan henüz tekmil etmeyen yapıların hâkim olduğu bir bağlamda şekillendiği için kitlelerin teşvik edilmesini gerektirmiştir.

Bu yazımda 1923-1938 yılında Atatürk önderliğinde tatbik edilen reformların halk nezdinde nasıl algılandığını ele alacak ve burjuva demokratik devrimin niçin yaygın birincil tip devrimlerde olduğu gibi gerçekleşmediğini açıklamaya çalışacağım. Söz konusu konu; milli mücadele sırasında yerel zümrelerle yapılan ittifaklar, burjuva ve aristokrasi arasındaki diyalektik çatışmanın yoksunluğu, alt zümrelerdeki “lümpen” yapı, dini otoritelerin aktif rolü ve feodal yapının tasfiyesinde karşılaşılan güçlükler nezdinde incelenecektir.

Burjuva- Aristokrasi Çatışması ve Sınıf Bilinci Eksikliği

Millî mücadele sırasında özellikle Anadolu’da farklı zümreden eşrafın ve yerel ağaların otoritesi altında bulunan milis kuvvetleri örgütlemek ve topyekûn bir mücadeleye dahil etmek maksadıyla söz konusu zümreler desteklenmişti. Bu durum yerel ağaların ekonomik ve siyasi açıdan güçlenmesini teşvik etmiş ve yeni rejimin henüz oturmayan kurumsal boşluklarına karşı ciddi bir tehdit unsuruna meydan vermişti. Öte yandan söz konusu bölgelerde küçük burjuvazinin çıkarları göreli olarak daha güçlü yerel eşrafla çatışmamaktaydı. Burjuvazinin pasif tutumu ve halkın güvenlik tekelini feodal sınıfa devretmesi, devlet otoritesinde oluşan boşlukla birlikte düşünüldüğünde tabandan yükselen demokratik çağrıların olmayışını bir nebze olsun açıklamaktaydı. Fakat bu durum demokratik devrimin neden bu süreçte ortaya çıkmadığını tam manasıyla açıklamamaktadır.  Esasında söz konusu devrimin tehir olmasındaki kilit unsuru sınıf bilincine sahip olmayan zümreler arasındaki çıkar çatışmasının yokluğunda aramak gerekmektedir.

Bununla birlikte çıkar çatışmalarının yokluğu kadar sınıfsal örgütlenme taleplerinin bastırılması da epey önem arz etmektedir. Nitekim Cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte büyük kentlerde varlık kazanan kalifiyeli işgücünün dışında nüfusun %75’i tarım sektöründe istihdam edilmekte ve sınıf bilincinden yoksun köylü-işçi kitlelerinden oluşmaktaydı. Söz konusu dönemde kültürel ve siyasal örgütlenmenin önündeki yasal engeller, bu geniş halk kitlesinin yerel eşrafın himayesinde kalmasına ve belli tarikatlara intisap etmesine neden olmuştu. Bu durum haliyle muhafazakâr İslamcı damarın güçlenerek reformlara karşı bir direniş gerçekleştirmesine yol açmıştır. Örneğin bu süreçte sendikal taleplerin halk nezdinde cumhuriyet devrimlerini tehlikeye atacak biçimde yapılanması, hükümet tarafından bir tehdit olarak algılanmış ve 1924 yılında kurulan Amele Teali Cemiyeti Takrir-i Sükûn ile kapatılmıştır. Ayrıca Sosyalizmi teşvik eden eğilimler yasaklanarak işçilerin tabandan yükselen sesleri bastırılmıştır.

Bununla birlikte Doğu Anadolu bölgesinde varlığını sürdüren ve hilafet destekçisi Kürt aşiret liderlerinin bölgesel direnişe katılması karşılığında belli tavizler verilmişti. Bu tavizler kavli olmasına karşın Kürt aşiret liderleri Cumhuriyet sonrasında uygulanan reformlara karşı gelmiş ve bölge halkını kendi otoriter emelleri doğrultusunda isyana teşvik etmişti. Şeyh Sait İsyanı ve Dersim Hadisesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Dolayısıyla başta Doğu Anadolu olmak üzere ortaya çıkan otoriter yapılanma göz önünde tutulduğunda sınıf bilinci eksikliği, avamın çıkarlarına ilişkin olası durumları kestirememesine yol açmıştır. Üstelik yetersiz sermaye birikimi burjuvazinin yerel eşrafa karşı sessiz kalmasını tetiklemiştir.

Feodal Yapıların Tasfiyesindeki Güçlükler ve Toprak Reformunun Gecikmesi

Feodal yapıların tasfiyesi hem yerel ölçekte hem de küresel ölçekteki nedenlerden ötürü gecikmiş ve geniş kitlelerin iktisadi ve siyasi çıkarları siyasi otoriteler tarafından gözetilse de söz konusu nedenler, Kemalist devrime eşlik eden sosyal dönüşümleri kısıtlamıştır.

1923-1938 arasında memleketin zirai kalkınması için toprak reformunun gerekliliği vurgulanmıştır. Ancak 1929 Buhranı, tarımsal sermayenin yetersizliği, işgücü kıtlığının yaşanması gibi sebeplerden ötürü tatbik edilememiştir. Toprak reformunda meydana gelen gecikme yerel eşrafın servetini bir süre daha korumasına yol açmıştır. Fakat daha öncelerde olduğu gibi bu servet birikimi sermaye stokunu genişletmemiş, geleneksel üretim yapısının devam etmesine yol açmıştır. Bu süreç 1950’lerde meydana gelen tarımsal makineleşmeye birlikte yavaş yavaş dönüşmüştür. Nihayetinde tarımsal verimlilikteki artış ve bunun beraberinde gelen kırsal bölgelerde atıl işgücünün çoğalması, kentlere göçü hızlandırmıştır.

Ancak Cumhuriyetin ilk yıllarında Osmanlının üst düzey burjuvazisi Millî Mücadele esnasında yurtdışına kaçmıştı. Bu nedenle ticaret burjuvazisi ve sanayileşmeye dayalı kentleşme teşvik edilerek feodal yapıların çözülmesi Cumhuriyet sonrasında hemen gerçekleşmemiş, uzun bir mühlet beklenmesini gerektirmiştir.  Böylece kitlesel endüstrileşme sistematik bir biçimde Cumhuriyetin ilanından epey sonra gerçekleşmiştir. Şüphesiz bu sonucun ortaya çıkmasında toprak reformunun ve ticaret burjuvazisinin oluşmasındaki gecikmenin payı büyüktür.

Sonuç itibariyle yukarıda zikredilen gelişmeler ışığında 1923’ten itibaren Türkiye’de meydana gelen dönüşüm, her ne kadar burjuva ideolojisine sahip kurucu kadrolar tarafından belirlense de, iktisadi bir sınıf olarak burjuvazinin ve muhafazakar halk kitlelerin istek ve arzuları, yeni rejimin ve reformların devletin kodlarına işlenmesi dürtüsüyle bastırılmıştır. Öte yandan gerek küresel gerekse yerel faktörlerin engelleyici etkisiyle burjuvazi, halk kitleleri ile uzlaşarak yerli eşrafa yönelik hakimiyet mücadelesine girişmemiştir. Bu nedenle Türkiye’deki demokratik dönüşümün daha ziyade ikincil tip devrimlere benzerlik gösterdiğini -başka bir ifadeyle tepeden inme bir seyir izlediğini- söylemek mümkündür.

Bir cevap yazın