Yazmanın ve Yaratmanın Sanc(r)ısı: Barton Fink

“Yazmak huzur vermiyor. Bence yazmak büyük bir iç acısından kaynaklanır. Belki de bu acının nedeni, insanın bir başkası için bir şey yapması, acısını hafifletmesi gerektiğini anlamasından geliyor. Belki de bu kişisel bir acıdır. Her durumda bence bu olmadan iyi bir eser çıkmaz.” Bohem bir yazar olan Barton Fink’in yazma eylemine dair görüşleriyle başlamak istedim yazıma; çünkü film boyunca Barton’un yazma ve yaratma sürecinde yaşadığı içsel sıkıntı ve acılarının alt bilinçten üst bilince çıkış aşamalarını ve şekillerini izleyeceğiz.  

Filmin ilk sekansı sıradan insanların gündelik hayatını konu edinen bir tiyatro sahnesiyle başlıyor, bu eseriyle Brodway’de tanınmış ve sevilen bir yazar haline gelen Barton Fink, her ne kadar toplumcu bir görüş benimsese de kendini kapitalizmin öncü film sektörlerinden olan Hollywood şehri Los Angeles’ta buluyor.

Barton “bir gün veya ömür boyu” mottolu oldukça eski   Early Oteli’ne yerleşir ve tabiri caizse yalnızlığın ve yazamamanın verdiği acı ve mutsuzlukla bu otel Barton’un cehennemi olur. Otelin kasvetli atmosferi, koyu yeşil duvarlar aslında Barton’un içsel sıkıntısının bize yansımasıdır. Uzun ve kasvetli otel koridoru ve koridorun çekildiği açı Kübrick’in Shiningh filmindeki otel koridoru ile neredeyse aynı huzursuzluğu vermekte. Otel odasındaki tek iç acıcı nesne plajda oturan kadın fotoğrafıdır ve film boyunca bu fotoğrafa yer yer vurgu yapılır.

Fink’in yazamamasındaki en büyük iki sebepten biri; kendisinden daha önce deneyimlemediği ve aslında deneyimlemek istemediği B tipi [1]tarzında bir güreş filmi yazmasının istenmesidir. Diğer sebep ise yapımcının Barton’un üzerinde kurduğu baskı ve sinemaya sadece para gözüyle bakan kapitalist yaklaşımıdır.

Filmde Barton’un yazma buhranı arttıkça otelin de sıcaklığının arttığını görmekteyiz. Yine buhranlı bir akşamda yazma sancısı içerisinde olan yazarımız, yan odadan gelen kahkaha seslerinden rahatsız olur ve durumu otel çalışanına bildirir. Rahatsız olduğu kişi Charlie’dir, Barton’un odasına gelir ve arkadaş olurlar. Charlie kendini sigortacı olarak tanıtır ve Barton’un gözünde “sıradan” insandır. Yazarımız her ne kadar basit, sıradan insanlar gibi olmak, onların hayatlarını yazmak istese de bir yanı sıradan insanları hakir görmektedir. Bunun bir diğer kanıtı da bir partide gemicileri küçük görüp kendini yazar ve yaratan olarak yüceltmesidir.

Gün geçtikçe Charlie ile Barton’un samimiyeti artar. Charlie ne zaman kendini anlatmak istese Barton buna engel olur, Charlie’nin kulağından gelen iltihaplı sıvı ve otelin bakımsız duvarlarından akan duvar kâğıdı yapıştırıcısı Charlie’nin bu durumdan hoşnutsuzluğunu bize yansıtıyor. Charlie’nin güreş esnasında Barton’u yenmesi alt bilincin üst bilincin önüne geçtiğinin ve bundan sonraki süreçte Barton’un yazma eylemlerini alt bilincin yöneteceğinin bir işareti. Bir diğer işaret ise Charlie ile Barton’un karışan ayakkabıları. Barton’u hangi bilincin yönettiği iyice karışıyor ve izleyici gerçeküstü bir gerçeklik izlemeye başlıyor.

Yazar Will ve sekreteri Audrey, Barton’un Los Angeles’ta kaldığı süre zarfında tanıştığı, şaşkınlığa ve hayal kırıklığına uğradığı iki karakter. Barton’un Audrey’in sırtındaki sivri sineği öldürmesi filmin kırılma noktası diyebiliriz. Bu sahneye eşlik eden müzik de ruhumuzu gerim gerim germeye yetiyor zaten.  

Barton’u birkaç kez sivri sinek ısırıyor, en son da Audrey’in vücudunda görüyoruz sivri sineği. Halbuki yapımcıyla görüşmeye gittiğinde buranın çöl olduğunu ve burada sivri sineğin olamayacağını söylüyor. Sinek burada yapımcının ve kapitalizmin rahatsız ediciliği ve kan emiciliğini simgeleyen bir metafor.

Barton ne bulunduğu yerden ne de kendisinden yazması istenilen filmden memnun. Charlie’nin otel yangını sırasında :“Ben bu otelin gerçek sahibiyim, sen ise geçici misafirisin.” deyip odasına çekilmesi de bu yüzden. Zaten zincirleri “Heil Hitler!” diye kıran bir deli cehennemden nasıl çıkabilir ki?

Son sahnelere yaklaştığımızda Barton’u bir deniz kıyısında dalgaların kayalara çarpışını izlerken buluyoruz. Deniz yaşamı, dalgaların kayalıklara çarpması da Barton’un kırılma noktasını simgeliyor. O güne değin sadece resmini izlediği kadının birden karşısında belirmesi de hayatın olduğu her yerde umudun da olduğunun en güzel örneği.

Barton’un cehenneminden kurtulduğu gibi bizim de kurtulduğumuz günlere hasretle…

Sanatla kalın, Kübra.


[1] B filmi ya da ikinci film, Hollywood’un Altın Çağı döneminde ardı ardına İki Film Birden olarak gösterilen filmlerin ikincisine verilen isimdir.[1] Bu filmler genellikle düşük bütçeli, “yıldız oyuncu” barındırmayan filmlerdir.

Bir cevap yazın