
Şehirler ve insanlar arasında tahmin edebileceğimizden çok daha güçlü bir bağ var. Dünyaya gelenin kapılmak zorunda olduğu yaşam telaşında basit şeylere önem vermeye vaktimiz yok belki ama ilk adımlarımızı attığımız o evi, ilk kez aile olduğumuzu hissettiğimiz anı, belki de ilk aşkımızla karşılaştığımız o sokağı hiç unutamayız. Bazı şehirler vardır ki tek bir insan için değil, toplum adına unutulmaz hâle gelmiştir. Şairler şehri Kahramanmaraş topraklarında: Karacaoğlan, Abdürrahim Karakoç, Necip Fazıl gibi edebiyat dünyası için unutulmaz insanlar yetişmiştir. Nasıl bu kadar edebiyatsever oldukları sorulduğunda, edebiyatı parlak yaldızlı salonlarda, pahalı kıyafetler içerisinde konuşmak yerine elden ele dolaşıp evlere giren edebiyat dergilerinde hatta kahvede çay kahve eşliğinde yediden yetmişe herkesin hakkında fikir sahibi olabileceği bir yere koyduklarını söylüyorlar. Bu şehrin çokça çayını içmiş, dergilerinde ses getiren şiirleriyle akıllara kazınmış, hiçbir zaman fikrini savunmaktan geri durmayan bir güzel adam: Abdurrahman Cahit Zarifoğlu.
Aslen Maraşlı olan şairimiz, Ankara’da dünyaya geldi. Çocukluk yıllarını içe kapanık ve sessiz bir çocuk olarak geçiren Zarifoğlu, kişiliğindeki bu buhranlı hâli ne yazık ki babasına borçluydu. Küçük yaşta evi terk eden babasına olan öfkesi yıllar geçtikçe iç dünyasında bir an olsun dinmeyen fırtınalara yol açtı. Durgun bakışlarının ardında hep o buruk hatırada sıkışıp kalan hırçın ve inatçı bir çocuk yaşıyordu. “Bu duyguları yapayalnız taşımak çocuk kalbime ağır geldi…” O kadar suskun bir hâli vardı ki dostları bu sakinliğe olsa olsa bilgeliğin neden olacağını düşünerek ona “Aristo” lakabını uygun gördü. Tabii ki her büyük edebiyatçı gibi Zarifoğlu da derdinin dermanını yazmakta buldu ve bütün güzel şeylerin başlangıcı olan Kara Lise’de yavaş yavaş edebiyat hayatı şekillenmeye başladı. Burada çok yakın dostları Erdem Bayazıt, Nuri Pakdil, Akif İnan ve Rasim Özdenören ile birlikte çeşitli dergiler çıkartarak kalemini geliştirdi. Hayatlarında çok mühim bir yere sahip olan Üstat Necip Fazıl ile sık sık gece sohbetleri düzenliyor, türlü konular hakkında hasbihâl ediyorlardı. Yalnızlığa âşık karakterini ve içe kapanık ruhunu şiirlerine de yansıtmıştı. İlk basıldığında dilinin çok kapalı olduğu düşünülen şiirleri aslında tamamen şairin kendi dünyasında oluşturduğu özgün bir dille kaleme alınmıştı. Onun şiirini okurken denk geldiğiniz bir çelimsiz virgül, belki de şairin en derin hatıralarından birine uzanıyordu. Sevgisini, öfkesini hatta başkaldırısını en güzel gösterme şekliydi şiirleri. İslam’ın ve Müslümanlığın ısrarla örtülmeye çalışan güzelliklerini her fırsatta dile getirmiş, insanın bir davasının, duruşunun olması gerektiğine inanmıştır.
“Takdir-i ezele teslimiz ama gayrete de âşığız”
Hâlihazırda okuduğumuz mütevazı yaşantısının yanında oldukça tevazu sahibi, gösterişten kaçınan ve dünyayı sevginin, aşkın, iyiliğin kurtaracağına inanan bir gönül insanıydı. “Seçkin bir kimse değilim / İsmimin baş harfleri acz tutuyor / Bağışlamanı dilerim…” 47 yıllık yaşantısında yolda gördüğü çocukları sevindirmek adına bir kez olsun cebinden şekeri eksik etmemiş, belki de her seferinde kendi çocukluğunun başını okşamıştır. Son yıllarını pankreas kanseriyle mücadele ederek geçiren Zarifoğlu, yatağını cehennemi olarak tanımlamıştır. Ömrünün kısalığına bakarak iyi insanların bu dünyadan erken ayrıldığına olan inancımızı tazeleyen şairimiz bir gece rüyasında “Üstat”ın ona 25 yıl sonra burada görüşelim dediğini görmüş fakat yıl dediğinden tam emin olamadığını söylemiştir. Ne acıdır ki sevenleri duyduğunun yıl değil gün olduğunu çok geçmeden anlamıştır. 7 Güzel Adam’ın zarif şairi, son günlerinde yakın dostu Erdem Bayazıt’ın kulağına şu cümleyi fısıldamış ve kırları onsuz bırakmıştı: “Erdem, kırlarda çiçekler bensiz açacak…”
Muhteşem bir yazı olmuş. Yazarınız güzel şeyler hak ediyor. 👏✍️